Tespihlerini satmaya giderken her gün aynı yolu kullanırdı. Yol güzergahında bir engel çıktığında, kaldırım çalışması yapıldığında ya da sokakta çukur açıldığında çok sinirlenirdi. Yürürken ağaçlara, evlerin surlarına, parkın korkuluğuna dokunurdu. Bu dokunuşlar kendi konumunu tespit etmesine yardımcı oluyordu. Her ne kadar kendi konumunu tespit etmek için çevreden yararlansa da çevresindeki nesnelerin ne rengini ne de şeklini biliyordu.
Güneşi biliyordu ama güneşe dokunabilmenin imkansızlığını bizim kadar sezinleyebiliyor muydu? Güneşin batması ona bir anlam ifade ediyor muydu? Güneşin batması ona karanlığı çağrıştırmadığı gibi güneşin doğuşu da ona hiç aydınlık getirmemişti. Dünya üzerindeki tekmil renkler onun için aynıydı, siyahtı.
Gözleri hiç görmeden tek başına yürümelerine şahitlik ettikçe onu içten içe tebrik ederdim. Bu cesaretin sebebi ya mecburiyetti ya da hayatta kaybedeceği hiçbir şey yoktu. Okulun altında kalan çıkmaz sokak ile Alacamiye bağlanan yola gelince havaya dokunup dans edermişçesine ellerini kaldırıyordu. Dokunduğu yerlere dokunma sebebini anlıyordum ama tam o noktada yaptığı bu hareketleri anlamlandıramıyordum. Balkonda oturduğum bir gün, aynı saatte yine uzaktan gelişini izlemeye başladım Mehmet’in. Bakkal Tevfik toz kalkmasın diye dükkanının önünü yeşil hortumuyla suluyordu, “Mehmet gel su iç, buz gibi oldu” diye her zamanki gibi Mehmet’e seslendi. Bu seslenişin amacı Mehmet'in susuzluğunu gidermek değildi, bu sesleniş Mehmet'e kaldırıma yaklaştın uyarısı niteliğindeydi. Mehmet sadece elini kaldırdı Bakkal Tevfik’e, kaldırıma çıktı. Okulun duvarına elini sürterek ilerlerken okulun bahçesinden sarkan çiçekleri tuttu, kokladı ve bıraktı. Aynı çiçeği ben koklasam yüzümde muhakkak bir tebessüm olurdu. Mehmet hiç tebessüm etmedi ve devam etti. Yine çıkmaz sokağın olduğu yere geldi, duraksadı, ellerini kaldırdı. Burasının çıkmaz sokak olduğunu biliyordu, araç gelme ihtimali yoktu ve bu yüzden rahattı. Yüzündeki tebessümü her defasında tam burada görüyordum. Mehmet aynı hareketlerle ve aynı yol boyunca yavaş yavaş yoluna devam etti. Merakımı gidermek istiyordum, Mehmet’in dans eder gibi elini kaldırdığı yere gittim. Tam oradan geçtim, benim için hiçbir fark yoktu. Tekrar geçtim, duraksadım. Yine bir fark göremedim. Mehmet’in geldiği yerden çiçekleri koklayıp öyle geldim, yine bir fark yoktu. Eve dönecektim, çözememiştim bu tebessümün sebebini. Evin önüne geldim tam eve girmek üzereyken Mehmet gibi hissetmem için gözlerimi kapamam gerektiği geldi aklıma. Hemen döndüm. Gözlerimi kapadım, çiçekleri kokladım, yavaş yavaş yürüdüm. Mehmet kadar iyi değildim gözlerim kapalı yürürken, arada gözlerimi açarak önüme baktım. Tam o noktaya vardım, gözlerimi kapadım. Evet, bu sefer hissettim. Hava çekim yapıyordu, rüzgar okşuyordu bedenimi. Kollarımı kaldırdım, koltuk altım ve ensem dahil bedenimde ılığa yakın hoş bir esinti hissettim. Yüzümde oluşan tebessümün farkındaydım. Gözlerim açıkken neden hissetmedim bedenimi okşayan ılık esintiyi? Neden gözlerim açıkken tebessüm etmedim? Mehmet de gözleri kapalıyken çiçeği kokladıktan sonra tebessüm etmiyordu. Acaba Mehmet’in gözleri açık olsa Mehmet de benim gibi çiçeği kokladıktan sonra tebessüm eder miydi? Aynı duyuların varlığı ya da yokluğu benzer tepkilere mi sebep oluyor bilmiyorum ama bir insanı tam anlamıyla anlayabilmek için tamamen aynı koşulların içerisinde olmak gerek.