Havanın karanlığı geceye sessiz sedasız değdi. Gün doğuyor, bazen güneşli ışıl ışıl, bazen gri karamsar ve sert. Kimi enerji saçıyor etrafına, kimisi bezgin başlıyor günün ilk ışıklarına ya da karamsar ve sert duruşuna. Zaman akıyor ve her allahın günü akşama dokunuyor gün ve her defasında farketmeni sağlıyor. Sonra usul usul çaktırmadan geceye bırakıyor kendini. Bazı anlarda biliyorsun. İşte diyorsun gece, tüm görkemiyle, düşleri ve dertleriyle geldim diye kapını çalıyor. Bugün habersiz geldi. Ne kapıyı çaldı, ne de müsait misin? Diye sorma nezaketinde bulundu. Öyle damdan düşer gibi, geldi oturdu kalbimin üstüne. Bir ağır, bir ağır ki sorma. Sanki sensizlik bana yetmiyormuş gibi. Sanki kalbim hep gece değilmiş gibi. Geldi kuruldu terbiyesiz. Sen, ben ve gece. Sen yoksun sensizlik var. Ben yokum sende kalmışım. Gece öyle bir sendeki bana. Bir bendeki sensizliğe, birde sendeki sensizliğe baktı. Sendeki bensizlik? Onu bilemiyorum. Belkide sende bensizlik yoktur. Sensizlik çok ketum.
Sen beni alıp götürdün evet, ama nadirde olsa geri geliyorum kısacık ama net. O günlerden birinde işte, aldım sensizliği karşıma, nasıl anlat dedim. Bensiz mi mesela? İyi mi? Sağlığı yerinde mi? Su içmeyi unutmuyor değil mi? Diye böyle aralıksız sormaya başladım. Sensizlik öyle durdu. Her sorumda başını önüne eğdi. Sustu. Hiç ifade yok ama. Olumlu ya da olumsuz tek bir belirti yok. Durdum. Bir süre baktım sensizliğe, kalktım kahve koydum bir sigara sardım. Sensizliğe uzattım dokunmadı. Bir yudum ben içtim kahveden. Birde kendime sigara sarıp yaktım. Derin bir nefes çektim içime. Dedim ki sensizliğe, şunu söyle o zaman tebessüm ediyor mu? Yüzü gülümsüyor mu? Hangi dilde söylemeliydim bilmiyorum. Bir kaç farklı şekilde daha sordum. Yine sustu. Yine sustu. Diyorum sana sensizlik çok ketum diye. İnanmıyor musun?
Hayal edemediğim hiçbir şeyi yaşamadım bu hayatta. Hayal ettikleriminde çok azını yaşayabildim. Bu ilkti. Sensizliği hiç hayal etmemiştim tek bir an bile. Ama şimdi sensizlikle oturmuş, ona seni soruyorum. Sana soramıyorum. Bir çok sebebi var. Ama en önemlisi belki, değersiz hissetmek. İnsanın her şeyiyle yanında olduğu, sınırsız, amasız güvendiği, değer verdiği biri tarafından değersiz hissettirilmenin yıkımı bir başka oluyor. Vazgeçilebilir olmak, olabilir. Ama değersiz hissetmek, hiç olmak gibi bir şey. En çok onun değer vermesini bekliyor insan, değil. Sadece o değer verse yeter diyebilecek gibi hissedince, acıtıyor her an. İşte soramıyorum sana. Beni merak etmemen umurumda bile değil. Sen nasılsın bile diyemiyorum. O yüzden aldım ya sensizliği karşıma. Gün içinde, bir şarkının melodisinde, esen bir rüzgarda, kahvemi içerken, sararken sigaramı, su doldururken kendime. Orada duruyor sensizlik. Yani öyleki ben sensiz kalmadım diyemiyorum. Ben sensizlikle baş başa kaldım.
İlk ve teksin hayalini kuramadığım bir şeyin ortasındayım.
Yağmurun, pencerenin o pis görüntüsüne aldırmadan, tüm güzelliğini bir tablo gibi gösterdiği bir andı. Sokağın hafif aydınlattığı cadde, park etmiş arabalar, tek tük geçen insanların o görseli sürekli değiştirdiği, fakat yağmurun eşliğinde her şeyin bir sanat eseri gibi göründüğü anlardandı. Sensizlik, ben ve gece pencereye baktık. Gece durdu uzun uzun sensizliğe baktı. Sonra döndü bana bir şey diyordu, ben duymuyordum. Sensizlikle beraber seni düşünüyorduk.
Bir garip haykırıştı. Sessiz bir bağırtı.
Bazen laf kalabalığı, sınırsız bir serzeniş, başlangıcının bilinmezliğinde bir son.
Umursamazlığın insanı parça parça koparttığı, etlerini liğme liğme ettiği bir acı,
görünmez bir his. Ne kanayan bir yarası ne de kopan bir uzvu olmamasına rağmen, insanın etini bile acıtan bir his, seni düşünmek. Hele birde bunu sensizlikle beraber yapmak, tarifsiz.
Gece sustu. Tek kelimesini bile duymadım. Sensizliğe baktım karanlıktı. Geceye baktım karanlıktı. Kendime bakmaya korktum. Tebessümün aklıma geldi yine. Döndüm sensizliğe, ağzımı bozdum. Sövdükçe sövdüm. Lütfen dedim, lütfen. Değmiş olsun gidişine, tebessümü eksik olmasın. Çünkü o tebessüm edince her şey güzelleşiyordu. Gün, insanlar, kahve, makarna ya, makarna o bile her allahın günü yenilesi oluyordu. Bak şimdi her şey tatsız, tuzsuz. Demekki tebessüm etmiyor. Yoksa niye böyle renksiz her şey.
Sensizlik ketum. Tek bir cümle kurmadı. Ama sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekti. Soğumuş kahvesinden içti. Siyah olanından içti ama. Sen sütlü seversin, o sütsüze alıştı.
Sessizce oturduk üçümüz. Ben bir ara kalktım koltuktan, lavaboya gittim. Aynadaki yansımama baktım. Bir güzel haşladım. Sensizliğe böyle bağıramazsın, böyle sövemezsin. Bir o kaldı. Gitmedi bak. Daha ne istiyorsun lan dedim. Ağzımın payını verdim. Geri dönerken, sensizliğin geceye dert yandığını görüp, üzüldüm. Gece, o sana kızgın değil, dedi. Sonra devam etti. Ben uzaktan, karanlığın içinden sessizce dinledim. Bak sensizlik, dedi. Görürsün belki, belki bir hissettirirsin. Bir bağ var sonuçta aranızda. Ona de ki en azından tebessüm et, her şeye değsin de. Sakın ha başka da bir şey deme. Burada olan burada kalır. Ona göre.
Geceye bak be. Nasılda güzel, samimi, sıcak ve anlaşılır konuştu. İçimin içinde, gülümsedim. Hissetmedim bile, ama biliyorum göz yaşlarının arasındanda olsa görebildim, azıcık. İçimin içinde gülümsedim. Oturdum gecenin yanına, omuzuna dokundum. Sensizliğe döndüm, ona da sıkıca sarıldım.