Şekilcilik günümüzde ne kadar popüler değil mi? Aynı tip erkekler, aynı tip kadınlar. Herkes aynı sporu yapıyor, aynı şekil giyiniyor. Aynı yerlerde tatiller yapılıyor vs... Popülerite almış başını gidiyor ki ben de kendimi ayrı tutarsam yalan söylemiş olurum. Kendimi dizginlemeye çalışsam da maalesef bazen herkes gibi ben de popüler kültür dediğimiz sert rüzgâra kapılabiliyorum.

Her şey standartlar üzerine sanki. Yediğimiz yemekler, gittiğimiz mekanlar, içtiğimiz kahveler... Her şey aynı ve paylaşıma açık. Bize dayatılan standartlar. Biçimlendirilmiş, sanki öncesinden tasarlanmış yaşamlar.


İnsanlar her gün bir önceki günün aynısını yaşıyoruz diye hayıflanırken, bilmiyor ki herkesle bir örnek bir ömür geçirdiğini. İşin enteresan olan yanı, farklı olmak istediğin zaman da garipseniyorsun. Çevresel faktörler insan yaşamını çok etkiliyor kesinlikle. Herkesle aynı kıyafeti giymezsen ya da aynı vücut ölçülerinde olmazsan dışlanan taraf olabiliyorsun. Mesela saçını boyatman gerekebiliyor saçın beyazlıyorsa, çünkü bakımsız deme ihtimalleri yüksek çevrendeki insanların. Ya da kusursuz bir cildin olması gerekiyor, bu da paylaştığımız fotoğraflar için kesinlikle önemli. Hoş onun da çaresi var artık. Bizi oyuncak bebek kıvamına sokan filtreler mevcut telefonlarımızda. Bunun yanı sıra makyaj yapmamışsan hasta mısın diye sorulması da cabası. Ya da çok fazla yakın çekim fotoğraf paylaşan insanlar için kilosuna ve vücuduna güvenmiyor denilmesi. Sürekli her konuda birilerinin ne der düşüncesi ile dolaşan insanlar, yani bizler. Saçım yağlı şimdi görünmeyeyim kimselere utancımız. Bikinili fotoğraflarda biraz fazlalıkları kırpayım da kusursuz olduğum düşünülsün mantalitemiz. Son model arabamızın olması gerektiği, bunun bize güçlü bir ekonomik imaj çizeceğini düşünmemiz. Evler; içinde deli gibi mutsuz olsak da binler, milyarlar verip alarak refah seviyemizi yüksek göstermek için mutlaka alınması gereken o evler. Evlendikten sonra kesinlikle çocuk doğurmanın şart olduğunu düşünen insanlar. Eşin ile birbirinize nasıl davranmanız gerektiğine kadar -çünkü evliliği kısıtlayıcı bir bağ olarak benimsemişler- karışan dış kapının mandalları ve bu esnada aslında iki insanın kendi halinde nasılı ve nedeni düşünmeden olduğu kadarıyla mutluluğu birbirinde bulması, hem de bunca hengamenin ve telâşın ortasındayken.


Bunlar aslında bizi bize yabancı eden ve kendimiz olmaktan çıkartan olaylar. Uzun süredir düşünüyorum, sorguluyorum. Kendimle çoğu zaman çelişiyorum, ama bu tüketme hırsı; içimizden geldiği gibi davranmaktan alıkoyan ve özgürleşmemize engel olan, bu en iyisi olma dürtülerimiz. Farkında olmadan hayatı yine biz çekilmez kılıyoruz aslında kendimize. O kadar alışmışız ki tek tip şeylere, farklı bir şey görmek ya da farklı bir şey yapılması insanlara inanılmaz absürd geliyor. Biri bize tek tip olacağımızı ve bu şekilde yaşamamızı söylese muhtemelen büyük tepki gösteririz. Ama aslında yaşadığımız hayatın pek de farkı yok gibi. Popülerliği yücelten de bizleriz. Farklı olanlara "değişik" yaftasını yapıştırıyoruz. Farklı bakış açılarıyla dalga geçiyoruz. Bizim gibi olmayanları dışlıyoruz. Düşününce farklı olmakta ne var değil mi? Estetik kaygıların ya da materyalist dürtülerin tekdüzelikten öteye gidemediği bu çağın güzellik algıları ve ego savaşları benim için çoktan rahatsız edici olmaya başladı bile. Keyiften çok itici ve kendini fanusta gibi hissettiren bir his içimdeki. Dürtüsel bir yetişmeye çalışma duygusu, sürekli bir şeylere yetişip en iyisi olma hissi. Sürekli geç kalıyorum hayata huzursuzluğu. Yani daha fazla, en fazla ben, ben olmalıyım; en iyisi benim halleri. Sizce de çok yorucu değil mi?

Artık hiçbir şeyin samimi gelmeyişi, her şeyin herkes için bir yarışa dönüşmesi... Galiba 21. yüzyılın gelirken yanında getirdiği nimetlerin en büyük götürüsü de güzel hissiyatları uzaklaştırması, insanları mekanik kişiliklere dönüştürmesi ve tevazuyu bizlerden çok uzaklara savurması oldu.