Günler tekdüze mi ilerliyordu? Buna imkan var mıydı? Bir insan hiç değişmeden diğerine geçebilir miydi? Neydi tekdüzelik? Her gün aynı fiziksel hareketlerden ibaret miydi? Aynı saatlerde uyanıp, aynı saatlerde yemek yiyip sonrasında kahve içip kendimizi oyalamak mıydı tekdüzelik?
Tüm bu tekdüzeliğe insanın manevi yanı da dahil olabilir mi, ruhsal değişimler tekdüzeliği yerinden etmez mi? Bir sabah yeni heyecanlarla uyanınca kalbimizin kuytu bir köşesinde hayata yeniden atılmış olmaz mıyız? Yeni bir heyecan bir kuşun ağaca yuva kurması gibi titiz bir işlem gerektirir insan ruhunda. Geride kalan hayattan bir sabaha yeni bir heyecan ve bir hevesle bir coşkuyla uyanmak tüm güne bakış açımızı değiştirir. Bir sabah yeniden heyecanla uyanmaktır belki de tekdüzeliği bozan eylem. Bu pek tabii gördüğün rüyayla da ilgili olabilir veyahut yeni aldığın bir kitapla hayata başlamakta olabilir. Kitaplardaki yaşamadığın hayatlar ve rüyalardaki yaşamak istediğin hayatlardır tüm farklılığı oluşturan ve hayatı yaşanılır kılan.
Tüm bunların yanında edebiyat geniş bir alan kaplar. Edebiyat yaşamda tekdüzeliğe yer vermez. Edebiyat devinim sağlar yaşama. Edebiyat devinim halindedir ve edebiyat içerisinde olana tekdüzelik yoktur. Edebiyat gelişmeni, değişmeni beklemez ama değiştirir. Her kitap sayfasını çevirdiğinde devinim halindedir zihin ve budur hayatın olağan akışını yıkan. Kitap bir çekiçtir alışılmışın ve tekdüzeliğin üzerine inen. En sert çekiç darbesini ise şiir kitabı vurur. Her mısrada bin bir darbe insanın ruhuna. İnsan ruhu darbe alarak kurtulur alışılmışın ağından. Şiirin içindeki duygu değişimi hayatının değişimidir bir bakıma. Şiir hayata sunulmuş bir ağaç, meyvesi hüzün olan. Koparanın bir daha eskisi gibi olamayacağı bir ağaç. Adem ile Havva'nın cennetten kovulması gibi bir etki bırakır insan kaderinde. İnsan kaderinin dönüm noktası; şiir.
Tekdüzelik can sıkıntısı getirir ve bununla beraber boşlukla gelen bir üzüntü kaplar insanı, hiç bir şey yapmamanın üzüntüsü. Belki de zamanın geçtiğinin farkında olan insanın doğasında olduğu için hüzün vardır. Zamanın geçmesi hüznü doğurur. Zamanın geçmesi yapılması gerekeni yapılamaz hale getirir. Peki edebiyat buna çözümün neresinde yer alır? Edebiyat asıl can sıkıntısını arttıran bir olgudur. Biliyor oluşun getirdiği bir sıkıntı. Edebiyat zihin dünyasına ve ruhumuza getirdiği farkındalıkla bizi kuyunun dibine götürür ancak kuyunun dibinde gökyüzüne bakmayı da yerleştirir gönlümüze. Bu gökyüzüne bakabilme düşüncesi bir kez yerleştiğinde tekdüzelik kaybolmaya başlar. Bir bulut sizi alır götürür bir başka dünyaya ve başlar yolculuk anılar arasında. Yağmur yağdığı olur bazen ama gökyüzü güzelliğini yağmurdan alır. Ardından renkli bir görüntü bırakmak için gökyüzüne biraz yağmur insana da biraz gözyaşı gerekli.
Kitap yürümeyi sıradanlıktan kurtarır ve farklı bir bakış açısıyla yürümeyi olağan kılar. Kuş seslerine dikkat ederiz bundan sonra. Bir ağaca kuş konması farklı bir anlam kazanır. Bir buluta takılır gözlerimiz yol boyunca. Sahilde yürürken dalga sadece dalga olmakla kalmaz insanın ruhuyla özdeşleşen bir olguya dönüşür. Deniz durgunluğu insan hüznüdür bundan sonra. Kendisini denizin durgun veyahut dalgalı kabarık halinde ilerleyen gemilere benzetir yürüyüş esnasında bir bağ oluşur artık denizin halleriyle. Bundan böyle deniz, ağaç, kuş, bulut hepsi farklı çağrışımlar bırakır insan ruhu üzerine. Martıya bir simit fırlatmak değiştirir vapur seferlerinin rengini. Yürüyüşte kargayı martıdan ayırt etmemeyi öğrenir kargadaki gizli zerafeti fark ettiğinde kurtulmuştur sıradanlıktan. Karganın herkeste bırakmış olduğu kötü izlenimi değiştirivermiştir yürüyüşün getirdiği ferahlık. Karganın sesinin beğenilmezliği geçmiştir sesimize kitapsız dünyada. Karganın düzendeki yerine benzer yerimiz kitapsız dünyada. Kitap kargaya değer veren olgunun var oluş sebebidir. Karganın unutuluşudur onu düzende var kılan. Ve bizim kitapla var oluşumuzdur tekdüzeliğe başkaldıran.