Tik tak, tik tak. Duvara çivilenmiş kurmalı saatin seslenişiydi bu. Tik tak. Tekrar tekrar tekrarlanır zaman. Dünya sağdan sola doğru dönerken duvardaki saat ise soldan sağa doğru hareket ediyordu. İşte tam bu noktada zamanın paradoksu kendini fark ettiriyordu. Evrenin küçük bir esprisi olan bu tersliğe o kadar alışmışmışız ki dünya soldan sağa doğru dönmeye başlasa biz ya zamanda geriye doğru giderdik ya da zamanın paradoksu dediğimiz çelişkiyi tekrar yaşardık. İnce çizgi de bu ya, “tekrar yaşamak."
Sahiden neleri tekrarlayabiliyorduk? Hayat ağacından düşen bir meyvenin tohumundan oluşacak yeni bir ağacı mı bekliyorduk? Üzgünüm, o meyvenin tohumu yok ki. Şöyle açıklamak gerekirse zaman kısır bir döngüyse hayat ağacı ismini verdiğimiz şey zamana bağlıysa bir döngü içerisinde doğuyoruz, büyüyoruz ve ölüyoruz, tabii ki farklı şekillerde. İşte bu benzerlik düşen tohumun içinin boş olduğunu gösteriyordu. Düştükten sonra toprağa karışıp zaman gibi yok olacak. Daha sonra başka bir meyve düşecek, tekrar tekrar aynı şey yaşanacak. Döngü öyle sarmaş dolaş olacak ki bir süre sonra hayat ağacında herhangi bir meyve kalmayacak. Hatta ağacın tomurcuklanamayacak bile. Bunu da hayatın ufak bir esprisi olarak kabul etmek zorunda kalacaksın.