"Sanırım büyük uçak kazası resmiydi. Bir gazetenin ön sayfası: 129 ÖLÜ. Ben de Marilyns'i çiziyordum. Yaptığım her şeyin ölüm olması gerektiğini anladım. Noel ya da İşçi Bayramı'ydı ve radyoyu her açtığınızda '4 milyon kişi ölecek' gibi bir şey söylüyorlardı. Her şeyi bu başlattı. Ama ürkütücü bir resmi tekrar tekrar gördüğünüzde, gerçekten hiçbir etkisi olmuyor."


Gene Swenson ona ölüm temasıyla neden ilgilendiğini sorduğunda Andy Warhol böyle cevap vermişti. Andy Warhol yaptığı her şeyin ölüm olması gerektiğini anlamıştı çünkü ona göre yaptığımız her şey halihazırda "ölüm yapmanın" bizatihi kendisiydi. Yaşantımızın ilk anlarından itibaren yaptığımız şeyin aslında ölmek olduğunu çoğunuz düşünmüştür veya bunu bir yerlerde ilk defa gördüğünüzde anlık bir şaşkınlıkla duraklayıp "Vay be!" demişsinizdir. Bizim toplumumuzda insanların aklında her daim var olan bu "ölümlü olma" düşüncesi aslında birçok şekilde hatırlanan ve hatırlatılan bir olgudur. "Bu dünya fani dünya", "yalan dünya", "gelip geçici dünya", "Süleyman'a kalmadı sana mı kalır dünya?" gibi sözlerle birbirimize hatırlatırız elbet bir gün öleceğimizi. "Memento Mori" gibi klasik hâline gelmiş antik hatırlatıcılar insanlığın her döneminde ölüm ve ölümlülük üzerine düşündüğümüzün kanıtlarından biridir hatta. Kesin olan bir şey vardır ki o da herkesin ve her şeyin elbet bir şekilde ölümü tadacağıdır. 


Fakat hiç düşündünüz mü insanlar neden bunu hatırlatırlar kendilerine? Yahut başkalarına ölümlü olduğunu binlerce kez belirtmenin manası nedir? Andy Warhol'a göre intihar görüntülerini veya araba kazası enkazlarında karşılaştığımız ölü bedenleri tekrar tekrar görmek ölümün ne olduğunu bize öğreten ve nihayetinde sürekli olarak tekrarlandığında onun etkisini azaltan bir etkinlik gibi görünüyor. Yani bir yerden sonra sanki tüm bunlar normalmiş gibi hissediyoruz ona göre. Esasında filmlerde veya oyunlarda karşılaştığımız ölüm sahneleri ve ölü bedenler zihnimizde bir tür gerçekliğe hitap etmese de Warhol'un yaptığı gibi gerçekten yaşanmış intiharların ve ölümlerin fotoğraflarını görmek ve izlemek son derece gerçek ve etkileyicidir. Yani her ne kadar ölüme bizzat kanlı canlı tanık olmasak da ölümün bizatihi temsili olan ve gerçeği yansıtan fotoğrafların etkisi ölümü deneyimlemek kadar gerçekçidir. Bu fotoğrafların gerçekten yaşandığını bilmek bir nevi ölüme tanık olmak demektir. Peki bu ölümleri sürekli olarak deneyimlemek ve onlara tanıklık etmek zihnimizde ölüme ilişkin bazı şeyleri değiştirmeye yeter mi? 


Eğer İkinci Dünya Savaşı'nda yer almış bir asker olsaydınız bu ölüm görüntüleri bir yerde içi boş, anlamsız ve içeriksiz bir şey hâline dönüşürdü. Muhtemelen doktorlar ve hemşireler için de aynısı geçerlidir. Günümüzde ise düşünceme göre ölüm artık herkes için üzerine düşünülmesi gereken bir problem hâline gelmiştir. Modern dünyanın ölümü gizlediği ve insanları ölümden ziyade yaşamaya itiklediği bir gerçektir. Toplumun geneli de soğuk ölüm düşüncelerinden ziyade eğlence ve yaşamayı öne çıkaran bir yapıya sahiptir. Hatta öyle ki bugün melankoli veya depresif diye nitelendirdiğimiz düşünce ve duygu durumları bazılarının "hastalıklı" olarak etiketlenmesine sebep oldu. Yani şöyle ki "negatif düşünce" denen bir kavram ürettik. Negatif düşünceler ve bu düşüncelerin mensubu insanları uzaklaşılması gereken insanlar olarak ilan ettik. Bir nevi onları dışlayarak "ışıltı, iyilik, güzellik, pozitif düşün, özgür ol" gibisinden sözde iyilik timsali hislere yöneldik. Bu elbette modern dünyanın ölümü ve vahşeti gizlemeye çalıştığının göstergelerinden biriydi. 


Fakat bugünün güncel havasında insanların durmadan öldüğü fakat belki de artık umursamadığımız matemli ve trajik bir his bulunur. Bir yerlerde hep ilgimizi çeken savaş çağrıları ve salgının bize öğrettiği hâliyle ölümün hep bir yerlerde gezip dolaştığı düşüncesiyle karşı karşıya kalıp eskisi gibi masallarla ilgilenmeye yeltenmeyiz artık. Sürekli ölüm haberleriyle işgal ederiz gündemimizi, hep onu düşünür ve onun tesirleriyle hareket ederiz. Diğer yandan ise bu kadar ölüm ve vahşetten bitmiş tükenmiş hâlde bir nebze olsa da huzura ulaşmak için yaşamda kalmaya devam ederiz. Bu ölüme çekilmek ile ölümden kaçmak arasında gidip gelen huzursuz bir süreçtir. Toplumun çoğunluğu elbette ölümden yine saklanmaya devam ederek kendini mutlu hissetmeye çalışacaktır. Ancak bu yine de yaşamın her alanında ölümün bir yerlerden çıkıp bize selam vermesiyle sonuçlanacak geçici bir hülya alemidir.


"Bazen uyursa ölmekten korktuğunu söylerdi. Bu yüzden yatakta uzanır ve kalp atışlarını dinlerdi. Ve sonunda beni arardı... Hepsi bu, bir tür yardım çağrısı." 

 

Yaptığımız her şey ölümden kaçmakla ilgili. Sevgilerimiz, nefretlerimiz, uzun uzun düşünmelerimiz, gezip eğlenmelerimiz, birbirimize olan güvenimiz, inançlarımız ve üretimlerimiz. Hepsi ölümü ertelemek, ondan olabildiğince kaçınmak ve ölümsüz olmaya yönelik çabalarımızdan ileri geliyor. Bir tür yardım çağrısıyla oyalıyoruz ölümü. Yaşamın bir tür "oyalanma" olduğunu düşündüm hep. Binlerce yıl öncesinde krallar veya köleler nasıl bir şekilde oyalandıysa bizler de türlü şeylerle vakit geçirip oyalanıyoruz. Hepimizi eşit bir son bekliyor. Hepimiz Warhol'un çizdiği aynı Kola'yı içiyoruz. Aynı bedenlere zerk olunan aynı Kola hepimizin aynı ölümlü oluşunu hatırlatıyor. Sonrası ise ungatz!