Ve Dostoyevski, insanlar hakkındaki en büyük gerçeği ortaya attı: İnsanlar acısız bir dünyada yaşayamaz. Acıların kendileri için kazılmış kuyulara girip kirli taşlara karıştığı, adalet sisteminin sözde iyilikler üzerine kurulu olmaktan çıkıp olması gerektiği günahların karşısında durmaya başladığı bir dünya düzeninde insanoğlunun kargaşaya sebep olmadan duramayacağını söyler. Hayatta kalmak için bir avuç toprağın köylüye emanet edilmesi fakat köylünün herkesçe dışlanıp ülkenin dışına sürülmesi gibidir acı; insanlığın insanlığı içindir fakat o varken kurtuluşun anılmadığı bir gün dahi yoktur. Adem'in çocuğu veya İsa'yı çarmıha gerenlerden olabilir insan, hakkında değişmeyen tek şey günahkâr olduğu ve neslinin devamında da günahlarını kendi çocuklarına bırakacak olduğu gerçeğidir. Günahkârlık, insanoğlunun tahtı; düzen ise monarşi ile yönetilen bir imparatorluk. Bazı insanların acısında dahi bir çocukluk vardır. Ölmüş; cesedin ağırlığı herkes tarafından fark edilmiş, kokusu bütün ciğerleri yakmış ve tüm bunlara rağmen tek bir el dahi hissetmemiş, gömülmeye cesaret edilememiş bir çocukluk. Farkında olan insanlar bir yana, tek soluğu dahi kalmamış bu çocukluğun kendi ölümünden dahi haberi yok. Rüyalarında acı çekerek öldüğünü görmesine rağmen gerçeklik ile rüyalarını ayırt edememiş, her gün yeniden doğmayı kendine zorunlu hâle getirdiğinden bu kez doğamadığını kavrayamamış bir çocukluk. Ölümü yalnızca rüya onun için. Bazı insanların acısına da çocukluğuna da dokunmamalı. İnsanoğluna acı yakışır; acıdan başka hiçbir şey insanoğlunu tanımlayabilecek kadar güçlü değildir. Tanrı konumuna geçip acıyı yaratan insanın kendisidir. Ben ise bugün cezaevinin yalandan gözyaşları dökülen kişisiydim. Tıpkı bazı insanların çocukluğu gibi insanların yüreğine yumruklar atan, göğüs kafeslerini acıyla doldurup taşırırken akan gözyaşlarının arasına usul usul sızıp çehrelerini ısıtan ve gömülmeyi unutmuş bir cesettim. Tam da bugün, karanlığın yelkovana ve akrebe sarılıp Tanrı'nın içinden zamanı çıkardığı bir saatte, gözlerimi kapattım senin olmadığın bir hayata. Tam gözlerim kapanırken karşımda seni görseydim ölmekten vazgeçerdim. Bugün ben ölürken sen neredeydin? Yoktun. Bu tek kelimelik cümlenin ağırlığı hakkında söyleyebileceğim tonlarca şey olmasına rağmen her bir harfin teker teker boğazımı tıkayıp beni susmaya itmesi yüzünden hiçbir şey diyemiyorum. Yoksun, söyleyebildiğim tek şey bu. Cesedime kimse dokunmaya cesaret edemedi, ben de ölü bedenimi bir çukura attım. Acılar nasıl kendileri için kazılmış kuyulara giriyorsa ben de kendime açtığım mezarın içine attım kendimi. Üstüme toprak çektim üşümemek için ve yanımda olmadığını bağırmaya başladım toprağın altından. İnatla çürüyen bedenimin içinde, ezilmiş kemiklerimin arasında dört bir yandan baskıya uğrayan ve çoktan işlevini kaybetmiş ciğerlerimi zorlayarak bağırmaya çalıştım sana. Sen dışında herkes duydu sesimi. Dedim, insanlığa ulaşır ulaşmaz bir kez daha iflas etti bedenim. Tanrı'nın merhameti beni teğet geçerken sessizliğimi zihnime vurup yeniden öldüm.
Temmuz
Yayınlandı
Ayşen Saran
2022-07-13T18:22:58+03:00ilk başlardaki uzun cümleler biraz yorucu geldi fakat okudukça içine girdim. bazı kısımlarda daha yalın anlatımı da sizi daha iyi anlayabilmek için istedim çünkü kaleminiz akıcı ve etkileyici. özellikle sonları o kadar vurucu ki. kaybın/terk edilmişliğin çaresizliği ve öfkesi o kadar güzel harmanlanmış ki çok etkilendim. elinize sağlık.