Saat gece yarısını geçmişti. Temmuz saatin sarkacı gibi iki duvar arasında gidip geliyordu. Uyku denen insanı gerçek dünyadan koparan o mucize Temmuz'a uğramıyordu. Kızaran gözleri, üşüyen bedeniyle bu odada sürükleniyordu. Korkuyordu ama neyden korktuğunu bilmiyordu. Temmuz içinde bir kesikle yaşıyordu, arada o kesik sızlıyor ve o gün Temmuz'un ruhu fırtınalı deniz gibi bedeninden taşıyordu. Böyle zamanlarda Temmuz, saatlerce yürür fırtınayı bastırırdı ama bu gece Temmuz fırtınanın içinde boğuluyordu. Kendini sokaklara atmak istemiyordu, bütün gücüyle ölmek istiyordu, eskiden olsa gülerdi bu düşüncesine çünkü ölüme inanmıyordu. Ölüm Temmuz için başkalarına uğrayan, onun sevdiklerine dokunmayan tatlı bir elma gibiydi ama şimdi o tatlı elma zehre bulanıp Temmuz'un sevdikleri tadına bakmıştı artık ölüm onun için kavuşmaktı ve Temmuz kendini pinokyo gibi yalnız hissediyordu ya da Jane Eyre olabilirdi. Düşünceler Temmuz'un aklını zift gibi kaplıyordu, elini cebine soktu ve sigarasını aldı. Sanki son kez içiyormuş gibi ruhuna kadar bir duman çekti. Neden diye bağırdı, gözlerinden istemsiz bir iki damla süzüldü. Neden öldün, neden yaşamadın, daha on beş yaşındaydım ve sana tutunmuştum. Seni seviyordum ki sevmek kayıp ruhlar için tılsımdı. Sen beni karanlık düşüncelerden koruyan mucizeydin. O ağacı Âdem’den saklayan melektin ve sen gittikten sonra ben bütün elmaları ısırdım. Artık ölümden korkmuyorum ve bıraktım kendimi insanlığın azgın dişleri arasına. Aralarında yaşıyorum onlar gibi gülüyorum, onlar gibi eğleniyorum. İnsanlık öldü demişti yirminci yüzyılın ikinci yarısında bir yazar. Hayır, diyorum ölümden döndü ve dişlerini bileyip hazırlandı. İsa’ya olan umudum giderek azalıyor, uzun zaman önce aramayı bıraktım kendimi de İsa'yı da.
Temmuz'un ve Elma Ağacının Yalnızlığı
Yayınlandı