Evren-2, 2017

Krallığın en büyük şehrinin alelade köylerinden birinde telaş ve heyecan vardı o gün. Meydan temizlenmiş, sandalyeler boyanmış, çocuklar yıkanıp bayramlıklarını giymiş, yaşlılar sakallarını taramış, tüm köy en güzel kumaşlarından elbiseler giymiş, masaları en pahalı süsler ve yemeklerle bezemişlerdi. Herkes şehirli ağzıyla konuşmayı pratik yapıyor, haftalardır çalıştıkları yürüyüş ve oturuş pozisyonlarını tekrar tekrar deniyor, heyecandan unutmamak için adab-ı muaşeret kurallarını sürekli kendilerine hatırlatıyorlardı. Köy, bu yeni misafir için heyecanlıyken köyden uzak köy sakini girdi sınırdan. Günlük kıyafetleri, bir hafta önce yıkanmış bedeni, keçe gibi sakalları ve kel başıyla meydana ilerledi. Alacağı reyhan otu için aktara gitmekti niyeti fakat köyü bayram havasında görünce kaşları hafiften havalandı, dükkan sahiplerinden birini durdurdu:

"Aman, kahveci! Bu hâl nedir böyle? Bayram da ben mi unuttum?"

Kahveci gömleğinin yakalarını düzeltti, kıyafetinin verdiği kibirle yaşlı adama baktı:

"Yok, ihtiyar. Kral yeni bir sistem getirmiş. Her şehrin temsilcisi olacakmış."

"E zaten vardı!"

"Bu sefer biz seçecekmişiz. Ona hazırlık yapıyoruz, rezil olmamak gerek."

Yaşlı adam sakalını sıvazladı, kaşlarını çattı:

"Bu temsilciler tam olarak neye yarıyor? Anlamadım ben!"


Kahveci bıkkın bir nefes verdi. Bu ihtiyar onu işlerinden ve hazırlığından geri koyuyordu. Elini ihtiyarın omzuna koyup:

"Başka gün anlatırız sana ihtiyar, şimdi işimiz başımızdan aşkın..."


Adamı beğenmezce süzüp devam etti,

"...Sen de çok gezme buralarda bu kıyafetle, temsilciye ayıp olur."

Ah, insanlar! Pahalı ve gösterişli kumaşların, güzel sandalyelerin ve duruşların kepaze yaşamlarıyla büyüyen silik ve değersiz ruhlarını örteceğini düşündüler tüm evrenlerde. İhtiyara gençken de saçma gelirdi bu, insanın kişiliği bataklıksa kıyafeti gül bahçesi de olsa, birkaç saate solup giderdi tüm güller. Böyle düşünürdü ihtiyar.


Meydanda biraz daha ilerleyip aktara girdi selam vererek. Aktar, diğer günlerden pek de farklı değildi. Kişiliğinden midir yetiştirilişinden mi bilinmez hep kolalı gömlekler, tek çizgi ütülü pantolonlar giyer, saçlarını iki yandan örerdi. Bir de yakasında her gün farklı renk kurdelesiyle hem bir hanımefendi, hem de esaslı bir esnaftı. İhtiyarı görünce gülümsedi,

"Hoş geldin Emin amca. Nasılsın? Nedir eksiğin?"

"Hoş bulduk Jasmin kızım, reyhan alacaktım."

"Tabii, ne kadarlık?"

"5 akçelik yeter. Buuu temsilci olayları, sen biliyor musun?"


Jasmin beş akçelik paketlerden birini alıp reyhanı koyarken kafasını salladı:

"Haftalardır radyolarda, gazetelerde söyleniyor. Halka iyice ulaşsın da anlasınlar diye de iki hafta sistemi anlattılar. Şimdi de seçim için karış karış geziyorlarmış, bizim köye de bugün geleceklermiş."

Paketlediği reyhanı torbaya koyup Emin'e uzattı:

"Başka bir şey var mıydı? Bak geçenki çaydan geldi yine, şu boğaza iyi gelenden. Hazır kış da geliyor, vereyim mi ondan?"

"Acı olandan mı?"

"Yok yok, diğeri, yumuşak olan."

"Ha, olur olur. Ondan da on akçelik hazırlayıver kızım."

"Hay hay."

"Şimdi, bu sistemin eskisinden farkı ne?"


Jasmin otları tezgâhın altından çıkarıp havana döktü. Hafif hafif ezerken Emin'e baktı,


"Eski sistemde mecliste kralın seçtiği şehir temsilcileri olurdu. Son zamanlarda ülkede şikâyetler artmasına rağmen temsilciler bu şikâyetleri görmezden gelip paraya ve üne odaklandılar. Ayrıca ülke büyüyünce halk ve saray arasında daha yüksek bir duvar oluştu. Yeni kral da başa geçince, temsilcileri halkın seçmesi gerektiğinde karar kıldı. Her şehre bir adayı kraliyet koyuyor, diğerleri bağımsız ya da belirli derneklerden ileri sürülen adaylar. Bizim şehriiin... iki... evet iki adayı var. İsimlerini filan bilmiyorum ama köyleri gezip oy topluyorlarmış."


Ezilip toz haline gelen otları bez bir torbanın içine doldurdu,

"Suyu kaynat, sonra bunları da at biraz daha kaynasın. Yarım saat demlendikten sonra içersin."

"İçerim, sağ olasın. Bekleyeyim mi burada beraber görürüz temsilcileri?"

"Tabii Emin amcam, bekle. Bir şey ister misin?"

"Yok kızım, gel otur şöyle de konuşalım şu memleketi. Sence bu temsilci hamlesi, iyi midiir kötü mü?"

Jasmin gülümsedi ve Emin'e kapıyı gösterdi,

"Buyur dışarıda konuşalım. Temsilcilerin gelmesine de az kaldı..."

İkili dükkanın önündeki sandalyelere oturdu, Jasmin dirseğini önündeki masaya koyup çenesini sağ avucuna yasladı:

"...Bana sorarsan, krallık unvanı babadan oğula geçtikçe temsilcileri bizim seçmemizin bir anlamı yok. Ne kadar fikir alsalar da yönetenler hep onlar. Bir laf edilse kafa alacak onlar, eleştirilemez, dokunulamaz olanlar onlar, biz burada kurtlar için önlem alırken sarayda rahat uyuyanlar onlar. Halkın içinden değiller, hiçbir zaman olmadılar ve ileride de olamayacaklar. Ben mesela beş kuruşsuz gezdim günlerce ama hiçbir kral asla yaşamadı bunu, yaşamayacak. Temsilciler belki bir nebze daha yaklaştırır ama kral halkının en düşkününü göremediği, elini tutup kaldıramadığı sürece sadece adı kraldır. Sadece asar keser. Temsilcilerin gözü de bir süre sonra saraylar ve altınlarla boyanıyor ve aynısı oluyor. Hiçbir temsilci temsil ettiğini söylediği halka benzemiyor. Onlar saraydan hallice evlerde yüksek kaliteli yemek ve kıyafetler içinde halkın sorunlarını konuşuyorlar. Görmüyorlar, konuşuyorlar. Bakıyorlar, düşünüyorlar ama görmüyorlar. Geride kalan, çabalayan ve tüm ömrü mutlu ve rahat bir dakika için yitip giden hep halk oluyor."


Emin keçe sakalını sıvazladı, kafasını salladı,

"Şimdi, şu taraftan da bak, veliahtlar ve tüm kraliyet ailesi okumayı öğrendikleri andan itibaren siyaset alanında eğitim görüyor. Bu sayede diplomatik alanda halkı nasıl yönetebileceklerini basit matematik kadar iyi biliyorlar. Zengin doğuyorlar ama gözlerini açtıkları andan itibaren onlara onlara paranın değil halkın önemli olduğu öğretiliyor. Bu sayede insanın ruhundaki lükse olan açgözlülüğü bastırıp halka yaklaştırmaya ve ruhu olumsuz duygulardan arındırmaya çalışıyorlar. Tabii, herkesin kişiliği farklı ve bunlara uymayanlar, ruhu para ve ün için yanıp kavrulanlar da oluyor ve çoğu halk tarafından indiriliyor. Eğer seçimle gelseydi, daha önce hiç yönetmemiş veya siyaset öğrenmeye sonradan başlamış biri korkunç yönetirdi ülkeyi ve bir süre sonra açgözlülüğü büyür, bir felaket olurdu!"


"Hayır, hayır. Katılmıyorum. Şu sıralar halk daha fazla baskılanıyor, yeni kral bu temsilcilerle göz boyamaya çalışıyor sanırım. Ayrıca seçim olsaydı da kalkıp maddi şeyler için ruhunu satan kişilere oy vermezdi halk. O kadar körelmedi henüz düşünme yetenekleri."

"E çeliştin kendinle, bu temsilcileri de biz seçiyoruz ve dedin ki para ve ün boyuyor gözlerini!"

"Ya... Söylenti onlar, söylenti..."


Jasmin yanakları kızarırken ensesini kaşıdı, yanlış bir şey söylediğinde veya gerildiğinde yapardı sürekli bunu. Emin kızın durumunu görünce gülümsedi,


"Tamam, anladım ben seni. Diyorsun ki şu ankiler öyle ama seçimle gelecek olanlar bizden biri olacak öyle mi?"

"Öyle, öyle tabii ya!"


Sözünü bir motorun gürültüsü kesti. Gece mavisi, içine ancak iki kişiyi alabilecek ön ve arkadan basık araba meydanda durdu. İçinden ilk olarak yeşil tulumlu, hardal rengi şapkalı, boyu taş çatlasın bir yetmiş olan, sinekkaydı traşlı otuzlarında bir adam indi. Kalabalık meydanda toplandı, yeşil tulumlu adam arabanın diğer kapısını açtı. İnen kişi uzun boyluydu, ince bir bıyığı, üstü kel bir kafası, ince gözleri vardı. Baştan aşağı güzel kıyafetler içindeydi, ayakkabıları güneşi yansıtıp parlıyordu. Köylüye ufak el selamları verip meydanın ortasında durdu. Tulumlu adam ona başka bir sandalye getirdi ve toprağı temizledi. Eline bir megafon aldı, ağzından bir karış uzağa tuttu,


"Kralımızın şehrimiz için gönderdiği temsilci adayı!"


Halktan şaşkınlık ve hayranlık nidaları yükseldi, bu lüks adam şehirlerini temsil ederse, diğer insanlar onlardan korkardı! Ne var ki Jasmin göz devirdi,


"Bak, demiştim işte. Havalarına, kıyafetine bak şunun. Bize benziyor mu ki bizi temsil etsin? Köylü içine düşecek ama neredeyse, kral göndermiş ve kıyafeti daha parlak diye!"


Emin başını sallayıp onayladı kızı,


"Pek de kibirli..."


Ardıdan bir araba daha geldi, megafon ve toprak temizliği dışındaki her şey birebir tekrarlandı. Bu seferki adam da uzun, kel kafasını şapkayla örtmüş, parlak ayakkabılı biriydi.


"Bu da güya halk adayı işte..." diye söylendi Jasmin, "...halka benzemeyen temsilciler ve böylesi temsil edilenler... Emin amca, korkutuyor bu insanlar beni."