İçindeki karanlığı bir anlığına bile olsa
kenara bırakmak için bütün bir hayatını
feda edebilirdi. Aydınlığın tadına varmak,
deniz kenarında huzurlu bir nefes almak,
sevdiğiyle geçireceği dakikaları düşünmek
bütün bir hayata bedeldi. Bitirmişti
kafasında hayat denen kargaşayı çoktan.
Sadece bir anlığına istediğini söylemek,
istediğini düşünmek, iç çekişler arasından
çıkan derin ve uzun soluklu rahat bir
nefes almak için her şeyi yapabilirdi. Bu
dalgınlık, bu kırgınlık, bu bıkmışlık... Öyle
boğuk bir düşünce çıkmazı... Öyle derin
bir üzüntü denizinde boğuluyor ki ismini
bile unutmaya ramak kaldı. Varlığından
bir haber. Kendini hatırlamaya, geçmişi
düşünmeye, hatalarından ders çıkarmaya
bile mecali kalmamış; kalp kırıklıklarının
arasında yaşayabilme umuduyla bekliyor.
Bir ışık, bir ses, bir el uzansa belki
bütün baharı görebilecek; belki kuşların
sesini duyabilecek, köpeklerin peşi sıra
koşturabilecek, belki tekrar sevebilecekti.
Ama onun yerine üzerine çullandıkça
kahkahalara boğulan, ağırlığı artırmak
için bütün dünyayı toplayan bir kara bulut
vardı. Kalbi ve beyni işlevsiz duruyordu
öyle, uzuvları sanki kendi kendine hareket
ediyor gibiydi. Ciğerleri kendi içlerine
kapanmış konuşmak istemiyorlar. Yıllardır
tek çözüm kaynağı olan kitapları da artık
tek bir kelime etmiyordu yaralarına merhem
olmak için. Işığın da ayrıca gözlerini
kapatmak için amansız bir mücadelesi
vardı sanki. Artık kendini tanıyamayan
birine ne denilebilirdi ki? Artık bütün var olma
çabasını bir kenara atıp huzurlu bir nefes
almak isteyen bir insana ne söylesen
fayda edebilirdi ki? Bir çare umut olmak
için vardım tüm gayretimle yanına. izin
istedim, el etti. Oturdum biraz, konuşmaya
çalıştım sessizce. Duymadı, az işitiyor
sandım, sesimi fazlaca açtım. Hiçbir
soruma cevap vermedi, ismini sordum,
söylemedi. Yaşını sordum, kafa salladı,
yaşını bilmediğinden o kadar emindi ki...
Nasıl olur demeye bile varmadı dilim.
Sözlerinden umduğum medeti bulamayınca
gözlerine bakmaya çalıştım. Aradım,
taradım, bulamadım. Gözleri sanki hiç var
olmamış gibi duruyordu. Göz kapakları
vardı fakat içinin akıbetini bilemiyordum.
Derin bir iç çekişin eşliğinde ben de
sessizce kaldım yanında. Uzun süre hiç
ses etmeden oturduk yan yana, derin bir
sessizlik hakim oldu havaya; denize, içime.
Bu durumdan rahatsızlık hissettim, derin
bir acıya sürükleniyordum sanki. Kalbimi
öyle bir sancı kapladı ki sanki yerinden
zorla sökmeye çalışıyorlardı. Aldırış
etmedim. Duyduğum rahatsızlık huzurun
eşiğinde bekleyen bir kediymiş sanki,
acıya sürüklenmek değil de paylaşmakmış
yaptığım. Yanında huzuru bulduğumu
hissettim bir an için; öyle konuşmadan,
dinlemeden, anlamaya çalışmadan...
Bedenen değil de beynim sanki bomboş
kalmış bir tenekeden ibaretti.
Zamanla bu duygu bütün çevremi sardı.
Oturduğumuz parkı dolandı, herkes
gitmişti. Ağaçların içinin bomboş olduğuna
inandırdı. Gökyüzünün maviliği yerini
beyaza bıraktı. Denizin kabarıklığının
altında sanki başka bir şey yoktu. Balıklar
diye bir kavram artık kalmamıştı. Ufak bir
titreme ile memnuniyetsizliğin yerini bir
şey arıyormuşum da tam yanı başımda onu
bulmuşum hissiyatına bıraktı.
Bana bir şey dokundu, bir el, küçük narin bir
el değdi tenime. Kıyafetlerimi üzerimden
atmıştım. Çırılçıplak denizin karşısında
bomboş bir parkın önündeki bankta
oturuyordum. Soluma baktım. Yanımda
duran, hiç konuşmayan, sorularıma cevap
dahi vermeyen o adam kaybolmuştu. Bir
başımaydım bankta. Belki de her zaman bir
başımaydım burada. Bilmiyorum.
Mısra Ergök
2022-02-16T21:23:08+03:00Farklı bir biçim, hisli bir iç döküm. 🖤