Bütün insanlığın belki de ortak paydada buluştuğu tek şey ölüm olabilir. İnsan neden yaşamak ister diye sormuştu bir arkadaşım. İnançlara göre değişse de sonrasından emin olamamak belki de bu sorunun cevabıdır. Bazısı için cennet-cehennem, bazısı için bir hiçlik, bazıları için de reenkarne ve daha niceleri var tabii. Her ne kadar inansak da yine de bir acaba hissinden dolayı yaşıyor bence insan.


6 Şubat Kahramanmaraş depremleri ile gündemimiz bir anda değişti. Tanımasak da her kurtarılan insan için sanki ailemizden biriymiş gibi sevindik ve ölen her bir can için de yine sanki ailemizden birini kaybetmiş gibi üzüldük. Yalana gerek yok, ilk gün yattım yatağa ve oh be, sıcakmış dedim. Aklıma geldi sonra deprem bölgesindeki insanlar. Zoruma gitti, tutamadım kendimi, ağladım. Kaç akşam şükrettim gece yatağa girdiğimde, büyük ihtimalle hiç. Aileme kaç kere seni seviyorum dedim, çok nadirdir bu da. Ya bir gün hiç diyemezsek? Ölüm fikrine kendimi hiçbir zaman alıştıramayacağım demiştim bir yazımda. Bu depremlerden sonra kabullendim maalesef. Evet, zor bir şey, üzücü bir şey ama yaptım. On binlerle ifade ettiğimiz sayılar birer candı. Bundan belki aylar, belki yıllar sonra aynı şeyi İstanbul depreminde yaşayabilirim. Ben de bir sayı ile ifade edilebilirim. İnsan kendi ölümünü kabul edebilir mi ya, abartısız salya sümük yazıyorum şu an.


9 Şubat'ta dedemi kaybettik. Koca çınar... Gerçekten koca çınar, 105-106 yaşına kadar yaşamak her yiğidin harcı değil. Çevremizde kaç kişi hatalıktan değil de yaşlılıktan ölüyor ki artık? Sanmıyorum yani. Dedemdeki yaşama azmi gerçekten hiçbirimizde yok. Araba çarptı, korona geçirdi, kafayı yardı ve bunların hepsi 100 yaşından sonra oldu. E tabii bunların da etkisiyle elden ayaktan kesildi adam. En son işte 15-20 gün yoğun bakımda yattı. Eve götürün beni demiş biraz düzelince. Zar zor demiş tabii. Kelimeleri bir araya getirmekte güçlük çekiyordu artık. Neyse, eve de getirdik, çok da mutlu olmuştu. Durmadan da ağlıyordu sonrasında. İnsan öleceğini hissediyor demek ki. Düşününce çok kötü bir şey. Biliyorsun ama elinden bir şey gelmiyor, konuşamıyorsun da zaten. Eve geldiğinin ikinci günü tekrar yoğun bakıma attık. Yemeği zorla yiyordu. Doktorlar demiş geldiklerinde yutkunmayı unutmuş diye. Bir insanın yutkunmayı unutabileceğini ilk defa öğrendim. Neyse, yoğun bakıma attıktan bir gün bile olmadan öldü zaten. Sanırım herkes alıştırmış kendini dedemin ölümüne. O kadar güzeldi ki. Kimse ağlamadı. Göz dolmaları, olacak birkaç damla yaş, kimse o kadar duygusuz değildir. Ama ne yalan söyleyeyim babam ve amcamlardan bu kadar sakin olabileceklerini beklemezdim. Babama sarılmak istedim ama adam o kadar durdu, kendini tutamaz da ağlar diye sarılamadım da. Gerçi babam rahattı. Dedemin tek helalleşebildiği oymuş. Annemin yaşadığı kadar yaşayacağım derdi dedem. Annesi 115 yaşında öldü. Ölmüş demiyorum, ben de hatırlıyorum çünkü. Çocuktum filan ama hatırlıyorsun yani. Mekanları cennet olsun.


Mezara toprak atarken her ne kadar 105-106 yaşına kadar yaşasa da Cemal Süreya'nın üstü kalsın şiiri geldi aklıma o yüzden onunla kapatmak istiyorum.


Ölüyorum tanrım

Bu da oldu işte.


Her ölüm erken ölümdür

Biliyorum tanrım.


Ama, ayrıca, aldığın şu hayat

Fena değildir...


Üstü kalsın...