Korkmalı mısın? Korkmamalı mısın? Korkmamaktan korkmalı mısın? İronik aslında. Bulunduğun en yüksek yerde, hayatının en alçak noktasındasın. Bir adım daha yaklaşıyorsun. Üzerine ne kadar düşünürsen kafan o kadar karışıyor. Düşünmüyorsun. Sıkıntıdan ve bunalımdan kurtulmak için bir çözümün var. Ne yapacağını biliyorsun. Ne istediğini biliyorsun.


Bir adım daha yaklaşıyorsun. Önünde duran uçuruma sakin, kollarını açmış, sana kimsenin sarılmadığı kadar içten bir şekilde sarılmaya hazırlanan tatlı hiçliğe bir adım daha yaklaşıyorsun. Yokluğun dinginliği kelimelerle anlatılamayacak kadar cazip. Saçlarını merak dolu gözlerinin önüne perde gibi indiren coşkulu rüzgâr, sanki vücudunun parçalanıp dağılışını seyretmeyi sabırsızlıkla bekleyen mağrur sokak lambalarını görmene engel olmaya çalışıyor. 


Bir adım daha yaklaşıyorsun. Günah sayıyor bunu bazı dinler. Demek ki yitmeye duyulan dayanılmaz açlık o kadar iflah olmaz ki bu iştahın Tanrı figürleri tarafından ceza korkusuyla zapt edilmesi gerekiyor. Bir isyan niteliğinde yani intihar. Tanrı’ya bir tür meydan okuma biçimi. İnsanların yalnızca Tanrı’nın alabileceğine inandığı canı sen söküp alıyorsun kendinden. Bir Tanrı oluyorsun. Planını gerçekleştirmek için gereken irade gücünü iliklerinde hissettiğinde hazzın doruklarına yükseliyorsun. 


Gözüne küstahça uçan bir güvercin ilişti. Güvercin, göğsünü kabarta kabarta sokağın karşısındaki binanın tepesine kondu ve seni izlemeye koyuldu. 


Bir adım daha yaklaşıyorsun. Ayakkabılarının tabanlarında bulunan, meleklerin günah ve sevaplarını yazdığı defterin kauçuk satırlarının artık sadece yarısı, üzerinde durduğun zemine temas ediyor. Bacakların titriyor. 7 yaşındayken muayene olmaya gittiğin hastanede, doktorla görüşmek için sıranı beklediğin yerde gördüğün orta yaşlı bir adamdan kaptığın tik yüzünden alışkınsındır bacağının titremesine. Şu ana kadar hiçbir zaman önem arz etmemiş olan o ufacık hareketler, şimdi her zamankinden daha fazla mı önem taşıyor; karar veremiyorsun. Sanki o titreyen bacaklar şimdi sadece senin aciz bedenini değil, çok daha fazlasını ayakta tutuyor.


Hayatına vermen gereken değerin ne olduğunu bilemiyorsun. Aslında ne kadar değersiz olduğunu biliyorsun. Ha varsın ha yoksun. Ama hayatının, gözünde ufacık bir değerinin bile olmamasının bir getirisi olarak kendine yapmaya meşru kıldıkların da bir o kadar az ki dünyanın şu an en değersiz şeyi olduğunu düşündüğün bu kıytırık hayatı alırsan kendine bunu nasıl açıklayacağını, bu hakkı kendinde nasıl bulduğunu bilemiyorsun. Dünyanın en hafif rüzgârı, dünyanın en hafif kum tanesini yerinden oynatabilir mi? 


Güvercin tekrar gözüne çarptı. Ona bakmaktan kendini alamadın. Sanki buraya şans eseri konduğunu ama sen burada var olduğun sürece kendisinin de var olmaya mahkum olduğunu hissettiren bakışları var. Belki de tam tersi ama. Kuş burada olduğu sürece "sen" var olmaya mahkumsun. 


Seninle alay eder gibi bir tavır takınmış. İçinde bulunduğun halde farkında olmadığın absürt ikilemi senden önce görmüştü. Gerçekten yitip gitmek istiyor musun? Geride bıraktığın biri yok sonuçta. Senin adına üzülecek kimse… Ama kendinde hiçliğe dalmak için yeteri kadar iyi bir sebep de bulamıyorsun. Sanki, sanki birazdan yapacağın şeyi yapma hakkını kendinde bulamıyorsun. Çekmen gereken miktarda acı çekmiyor, hissetmen gereken miktarda üzgün hissetmiyorsun gibi geliyor. Dayanılmaz acılar çekip katlanılamaz hüzünler yaşayıp da atlayanlara haksızlık mı ediyorsun? Böyle şeylerin bir adabı olması gerekiyor belki de. 


Hangi sebep yeter ki? Ya da hangi sebep yetmez ki? Kime ne, senin hayatın. Sadece yaşama hevesinin kaybolması yetmez mi? İlla dehşet verici bir bahanen mi olmalı? Sıkıntı da çekiyorsun canım, çekmiyor değilsin. Ama dişini sıksan da katlanırsın bu bunalıma. Peki niye dişini sıkıp katlanmayı deneyesin ki? Hayatın sadece “hayat olma” vasfının getirisiyle kazandığı, ölümden daha fazla bir değeri olduğu ne malum? Yani hiç sıkıntı çekmeyebilecekken sırf “yaşıyorum” diyebilmek için sıkıntı çekmenin bir anlamı var mı?


Güvercin kahkahaya benzer bir çığlık attı. Besbelli sana gülüyordu. Sen de gülmeye başladın. Ne hissettiğini anlayamıyorsun. Düşünüyorsun. Sen karar verene kadar, üflediği her nefeste bu kararı senin yerine coşkun rüzgârın verme olasılığı artıyor.


Sokak lambalarının sabırları taşmak üzere. Yol kenarındaki mazgalların, yemek borularına boşalacak olan kızıl şerbetin düşüncesiyle ağızları sulanıyor. Güneş, yol taşlarının onları bekleyen et parçalarını harlı ateşte pişirmesi için hiç olmadığı kadar sıcak. Alnından damlayan terin, susamış kaldırımlar tarafından hiç vakit kaybetmeden yutulduğunu görüyorsun.


Bir adım geri atıyorsun. Bunu neden yaptığını bilmiyorsun. İçinde barındırdığın yaşamaya dair evrimsel bir dürtü nedeniyle mi, yoksa… Bu olaya kendin kadar sen de şaşırdın. 


Aniden gelen ve seni geri çeken kuvvet, düşeceğin sokağın üzerinde patlamış bedeninin düşüncesinden çok daha fazla korkutuyor seni. Niye kendinde bu iradeyi bulamıyorsun? Ritmi bozulmuş bir şekilde çarpan kalbinin pompaladığı kanı bütün vücudunda hissediyorsun. Bu kanın damarlarında gezinmesinden ziyade sokağı boyaması fikri geçiyor aklından. Ne oldu sana? Lanet olsun! Niye geri adım attın ki? Ne istediğini biliyordun. Biliyordun ve onu yapacaktın. Yapacaktın ve istediğini elde edip hayatın olan gelişigüzel kaleme alınmış hikâyeye mutlu bir son kazandıracaktın. Bir amacın vardı. Bu vasat hayatını sonlandırma amacını gerçekleştirerek tatmin olmuş bir şekilde ölecektin. Şimdi ise… Şimdi ise amaç yok. Ne yapacağını bilmiyorsun. Ne istediğini bilmiyorsun. Daha doğrusu ne istediğini bilip bilmediğini bilmiyorsun artık. Yapacağın şeyi yapmakta ettiğin en küçük "güvercin," seni yaşamdan da ölümden de daha çok korkutuyor.


Hepsi o lanet güvercin yüzünden. Sana bakıp pis pis sırıtıyor pişkin yaratık. İçinde bulunduğun boşluk, ölümün boşluğundan daha boş. Kelimeleri yitiriyorsun. Anlamıyorsun.


Korkmamalı mısın? Korkmalı mısın? Korkmaktan korkmamalı mısın? İronik aslında. Bulunduğun en yüksek yerde, hayatının en alçak noktasındasın. Bir adım daha uzaklaşıyorsun. Üzerine ne kadar düşünürsen kafan o kadar karışıyor. Düşünüyorsun. Sıkıntıdan ve bunalımdan kurtulmak için bir çözümün var. Ama ne yapacağını bilmiyorsun. Ne istediğini bilmiyorsun.