''Anne!'' ''Baba!''

Sesim boş ve geniş sokakta yankıyordu. Çok yüksek sesle bağırmıştım. Sesimin yankıları kulaklarımı dolduruyordu. Sustum. Yerimde durdum. Yabancı gelen bir şey vardı.

Alçak sesle, "anne? baba?, baba? anne?" diye seslendim. Düşündüm bir anda, bu iki kelime gerçekten ne anlama geliyordu? Yabancı, bir de o kadar uzak geliyordu. Döndüm. Etrafıma baktım. Beni boğan geniş sokağa baktım. Durdum. Gözlerimi kara bulutlarla kapılı olan gökyüzüne çevidim. Gözlerim yanıyordu. Gökyüzü ağlıyordu. Yanaklarımda bu soğuğa rağmen içimi ürperten bir sıcaklık hissettim. Ağlıyordum. Gökyüzü ağlıyordu. Artıyordu gözyaşları. Ona sarılıp gözyaşlarını silmek istedim. Farkındaydım. Biliyordum. Bu imkânsızdı. İçim acıdı. Gücüm kalmamıştı. Yere çöktüm. Gökyüzünün artan gözyaşlarına eşlik etti gözyaşlarım.

Yalnız hissetmiyordum. Benimle ağlayan bir dostum vardı... Acı bir gülümseme belirledi gözyaşlarımın arasından.

Tekrardan fısıltıyla, ''Anne... baba!" diye haykırdım. Sesimi duyamamıştım bu kez. Kulaklarıma yankılayan bir ses yoktu.

Gitmişlerdi. Yardıma ihtiyacım olduğunu bildikleri hâlde...Kaçmışlardı belki de benden. Ben neydim?

İçim acıyordu. Ağladım. Daha çok ağladım. Ve daha çok ağladı gökyüzü o gece.

-Suçluydunuz. Suçlusunuz. Olan biten her şeyde.

-Üzgünüm, affedemiyorum.