Uzakta, adımların varmaktan çekindiği, denizlerin kirlerini kusmaktan imtina etmediği yerleri seçti vedası için. Yaramaz kız çocuklarının yumak saçlarından beter yosunlar ayak bileklerini pırangalıyordu. Bu bir veda değil, karanlık sularla buluşma merasimiydi onun için. Bu bir veda değil, içindeki pisi ait olduğu yere bırakma, içindeki kiri hakettiği yere teslim etme göreviydi. Ayrılmadan önce kumsalda sahip olduklarını birer birer sıralamıştı sahil boyunca, hayalleri, sevdikleri, sevemedikleri ile beraber bir tutam ümidini, yarım gülüşünü kumsalı hafif bir tümsek haline getirerek yavaşça üzerine bıraktı. Denize doğru attığı her adımda soğuk, kemiklerini bir morg edasıyıla soğutuyordu. Deniz bileklerini çoktan geçmiş, diz kapaklarıyla öpüşür haldeydi, gözleri suların en karanlık yerindeydi,  geriye iki veda cümlesi bırakmamak için iki eliyle kendi ağzını sımsıkı kapatıyordu. Sular yükseliyor, sözler yükseliyor, yaşama hevesi alçalıyordu. Artık su omuz başlarını insanların hayallerinin önünü kapattığı gibi kapatıyordu. Vakit gelmişti, sıradaki adım ciğerlerinin soğuk sularla buluşacağı o andı, sıradaki adım atılamayan tüm adımların bu dünyada bırakacağı tek iz olacaktı. Son adımını atmak için ayağını kaldırmıştı ki, kanlı karanlık suların içerisinde bile var gücüyle parlayan bir ışık hüzmesi takıldı bileklerine, onun bir adım daha atmasına müsaade etmiyordu. Burnuna bir koku geldi, ne kendi köyünden ne bu zamana kadar kokladığı çiçeklerden bir parçaydı bu, benzersizdi, eşsizdi. Koku öyle güzeldi ki kumsalın devamında kirin içerisinde ölmeye yüz tutmuş tüm çiçekler boyunlarını kaldırdı, yüzlerini kokunun geldiği yöne doğru çevirdiler. Bir sel geliyordu üzerinden geçtiği toprakları yeşerten, dokunduğu tüm çiçeklere kokusundan bir hediye bırakan, suların kirlerini temizlemek için telaş içerisinde birbirlerinin üzerine çıktığı bir seldi bu. Ona geliyordu, evet ona doğru geliyordu bu sel, bileklerindeki ışık hüzmesi onu incitmeden sahile doğru çekmeye başlamıştı. Şok içerisindeydi, bilekleri bu nurdan yapılma ışık hüzmesini kendine yakıştıramadığı için tir tir titriyordu. Kendi kendine söylenmeye başladı , !! bir anda hiddetlenerek başını gelen bu nurdan selin tarafına doğru çevirip "Gelme, yaşam haddime değildir, bedenim ve ruhumun aidiyeti kirin pasın ve yalnızlığındır. Kalbim korkaktır, yıllardır içinde kaldığı bu karanlıklar yüzünden bu ışığı kendine yakıştıramaz ", dedi. Işık hüzmelerinin arasından bir kadın silüeti belirdi, saçları dünyanın en güzel çiçeklerinden yapılma çiçeklerle doluydu, dudaklarına rengini vermek için binlerce gül kendi boynunu koparmıştı sanki. Bulutlar yeryüzüne inip en yumuşak, en beyaz taraflarını vermişti ona elbise yapıp giymesi için. Kumsaldaki milyonlarca kum tanesinin yalvarışları duyuluyordu, bir kerede onların üzerine basması için koşuşturuyorlardı sanki. Durdu sanki Ergenekon'u eriten o devasa ateşten daha yakıcı bakışlarıyla suların içerisindeki çaresize doğru baktı. Dudakları yavaşça açıldı, en güzel bestelerden birleştirilmiş bir eser edasıyla ona doğru seslendi. Gitme.


(Eleştirilerinizi paylaşırsanız memnun olurum.)