Son zamanlarda işler iyice azalmıştı. Ne yapacağını bilmediği için ve kendini de yalnız hissetmemek adına işlerini devam ettirmeyi düşünüyordu. İşe geldiği vakit kırk yılın başı da olsa yeni bir sima müşteri olarak gelir, müşterinin işiyle uğraşır dururdu. Her müşteri ayrı bir yaşanmışlık barındırıyordu. Kiminin hayat mücadelesi içinde sökülmüş bir kazağı vardı, kiminin Allah vergisi boyu sebebiyle kısaltılacak paçaları… Müşterinin getirdiği elbise eğer yeni değilse şöyle bir eliyle dokunur ve onu hissederdi, yaşanmışlıkları görmek isterdi. Şimdileri pek kalmamıştı gerçi yırtığını söküğünü getiren, büyük kardeşten kalan eşyayı kısaltarak küçük kardeşe giydiren. Her şey yeniydi, yeniydi ve sıradan. Eşyanın ruhu olduğuna inanırdı ama yeni elbiseler o kadar sıradandı ki ne değeri kalmıştı ne de ruhu. Her gün moda adı altında binlerce elbise üretiliyordu. Ama giderek değersizleşmiş ve sıradanlaşmıştı. Yırtıldı mı at çöpe! Git yenisini al! Mağazaların binbir türlü taktikleri, binbir türlü satış teknikleri vardı. İlhan bunları düşünürken bir ah çekti içinden. Zaman geçiyordu ve o geçerken hayat kalitesinin düştüğünü hissediyordu. Eski değerliydi galiba. Şimdinin ise sloganı sıradan olmalıydı kesinlikle. Zaten artık pek işte gelmiyordu, dükkanı kapatma fikrini düşünüyordu bugünlerde. Düşünceler içinde evden çıktı ve işe doğru yol aldı.

İlhan mahalleden geçerken hiç beklemediği bir haber almıştı. Aslında haber kendine özel değildi, mahalleli konuşurken duymuştu. Ama haberi duyması, fısıltısını duyması, esintisinin tenine değmesi yetmişti de artmıştı. İşlettiği terzi dükkanına doğru ilerledi. Sahi gerçek olabilir miydi? Düşünceler içerisinde dükkana geçti. İçeride tahta iskemlesini çekti kendine doğru ve çöktü kaldı. İlhan bugüne kadar hiç evlenmemişti. Hiç hayat arkadaşı olmamıştı, o hep yalnız değil miydi? Ama neydi bu yüzüne çarpan yalnızlık hissi, anlam veremedi. Kalktı dükkanın kapısını kilitledi, tekrar oturdu. İçindeki bir üzüntü buram buram tütüyordu. Aslında bir önceki günün aynısıydı ama bir şeyler vardı. Ne olmuştu, anlam veremedi. Demek yıllar önce sevdiği kız vefat etmişti. İlhan’ın biricik sevdiği…

O zamanlar işsiz güçsüz haytanın tekiydi. Aklı bir karış havada, kısa yoldan zengin olmayı hayal eden gençlerden sadece biriydi. Tam da bu dönemde karşılaşmıştı hayatının aşkı Zeliha ile. Zeliha beş kardeşli yoksul bir ailenin kızıydı. Ortaokuldan sonra okuyamamış on yedisinde bir kızdı. Beyaz bir teni, kumral saçları ve kahverengi gözleri vardı. Narin, biraz da zayıfçaydı. İlhan, Zeliha’yı mahallede terzi dükkanına giderken görmüş ve tutulmuştu. Yıldırım aşkı bu olsa gerekti adeta çarpılmıştı. Zeliha kendisinden kalan elbiseyi kardeşi giyebilsin diye kısalttırmak için terziye getirmişti. İlhan karşı kaldırımdan koşarak terzi dükkanına girdi. Terzi Ahmet’e çırak arayıp aramadığını sordu. Terzi Ahmet şaşırdı, bugüne kadar eli iş tutmamış İlhan ne olmuştu da bu kadar heyecanlıydı. Zeliha İlhan’la göz göze geldi o anda, hafifçe gülümsedi. Zeliha da içinde bir kıpırtı olduğunu hissetti ama bu dönemde ayıptı böyle şeyler. Terzi Ahmet’e dönerek yarın gelip alacağını söyledi ve çıktı. İlhan ile terzi Ahmet baş başa kaldı. Terzi Ahmet İlhan’a yanında çalışabileceğini söyledi ve yarın gelip başlamışını istedi. Ahmet ertesi gün tekrar Zeliha’yı göreceği için içi içine sığmıyordu. Zeliha ertesi gün yanında küçük kardeşi Ömer’le birlikte geldi. Yine aynı bakışlar, aynı tebessümler... Zeliha elbiseyi ve kardeşini alarak çıktı. Bir süre sonra İlhan, Zeliha ile konuşmayı başarabildi. Yaklaşık bir yıl kadar görüştüler. Hayta İlhan artık meslek sahibi bir gençti ve Zeliha ile hayatını birleştirmek istiyordu. Ama maalesef hiçbir şey planladığı gibi gitmedi. Son görüşmelerinde Zeliha, babasının iş için İstanbul’a gideceğini ve tüm aileyi de götüreceğini, yakında taşınacaklarını söyledi. İlhan duyduğu bu haber sonrası yıkıldı ama son yıkılışı olmayacaktı. Bir hafta sonra Zelihalar İstanbul’a taşındı. Artık İlhan ve Zeliha uzaktan yaşayacaklardı sevdalarını. Postacılar en çok görüştükleri insanlar olmuştu ikisinin de. Mektuplar, mektuplar, mektuplar… Aradan bir yıl geçince bir acı haber daha geldi beyaz kâğıt üzerine mürekkeple karalanmış. İlhan okumuş ama şaka olduğunu düşünmüştü. Beyaz bir kâğıdın üstündeki mürekkepler alamazdı onun sevdiğini elinden. Sonra aklı başına gelince sinirden duvarları yumrukladı. Zeliha’yı istemeye gelmişler ve babası da onu vermişti. Nasıl olurdu? İlhan, Zeliha’yı çok seviyor ve evlenmek istiyordu. Zeliha neden kabul etmişti ki, kaçsaydı ya ona! Sinirinden mektuba cevap vermedi İlhan. Verse de hiçbir şeyin değişmeyeceğini bildiği için belki de. O zamanlar büyükler söz kesti mi bitiyordu her şey. Aşkmış, sevdaymış o noktada tıkanıp kalıyordu. Zaten bir daha da hiç mektup gelmedi. O sıralar Terzi Ahmet de vefat edince tüm iş İlhan’a kalmıştı. İlhan o günden sonra kafasını öyle bir gömdü ki kumaşlara, elbiselere! Çünkü kafasını kaldırırsa gerçek dünyayla karşılaşacak adeta sudan çıkmış balık gibi soluksuz kalacaktı. Kafasını bir daha kaldırmadı.

İşte böyle başlamıştı her şey otuz yıl önce. Böyle başlamıştı küçücük bir terzi dükkanı içinde Zelihalı hayallerle otuz yıl.

Birkaç gündür yaptığı gibi erkenden çıktı evinden. Ruh gibiydi haberi aldığı günden beri. Yavaş yavaş yürüdü dükkanına. Yol boyu sorularla boğuştu. Dükkana varınca tahta iskemlesine oturdu. Karşıdaki duvara dikti gözlerini. Ardından düşüncelere daldı. İlhan hep yalnızdı yalnız olmasına ama artık hayallerindeki kadında ölmüştü. Kendini yapayalnız ve çaresiz hissediyordu. İnsanın hiç hayallerindeki kadın ölür müydü? Hayal değil miydi bunlar, ne isterse onu düşünürdü. Ama öyle olmadığının kendi de farkındaydı. İnsanların hayalleri de ölürdü onu fark etti. Bir daha hiç haber alamamıştı Zeliha’dan. Evlenmiş miydi, çocuğu var mıydı, nerede yaşıyordu? Ama olsundu, sevdaya ket vurulmazdı. Onun hayali bile onu otuz yıl mutlu etmişti. Gözleri hâlâ karşı duvardaydı. Göz hizasının hemen biraz üstünde 37 ekranlı tüplü küçük bir televizyon vardı. Ne zaman açtığını hatırlamıyordu. Ekrandaki insanlar bir şeyler anlatmak istiyor ama İlhan onları duymuyordu bile. Karşı duvarı izlerken dakikalar, saatler hatta günler geçti. Oturdu, oturdu, oturdu…

İlhan yıkılan hayalleriyle birlikte kendi de hayal dünyasında karışmıştı. Sahi dükkanı kapatmak istemiyor muydu zaten? Kapısında açık yazıyordu yazmasına ama çoktan kapanmıştı bile dükkan. İlhan bir daha kimseyle konuşmadı.

Komşuları, esnaf arkadaşları durumu pek anlayamamışlardı ama onun bu durumuna çok üzülüyorlardı. Haftalardır tahta iskemlede oturuyor ve karşı duvarı izliyordu. Yemek ihtiyacını bunca yılın hatırına konu komşusu görüyordu. Temel ihtiyaçları dışında da tahta iskemlesinden kalkmadı bir daha. Bir iki ay sonra bir sabah İlhan’ın öldüğü fark edildi.

İnsanın sevdikleri ölürse hayalleri de ölürdü!