Aylin, üç yıldır olduğu gibi yine evin küçük odasındaydı. Zamanının çoğunu burada geçirir olmuştu. Aynanın önündeki oyuncak atı sımsıkı kavrayıp göğsüne bastırdı. Gözlerinden sicim gibi yaş akarken, “Tanrım, yalvarırım bana güç ver.” sözleri, âdeta haykırırcasına döküldü dudaklarından.

Birden duvarlar üzerine gelmeye başladı. Beyninin içinde sanki yüzlerce at dörtnala gidiyordu. Nefes alamıyordu. Perdeleri çekip camı açtı. Kendine gelmeye çalışırken, binanın önünde duran nakliye aracını gördü ve “Yine birileri taşınıyor.” diye geçirdi aklından.

Dışarıda oynayan çocukların hayat dolu seslerini duydu sonra.  Çok uzun zamandır hiçbir çocukla göz göze gelmemiş, bundan özellikle kaçınmıştı. Başını seslerin geldiği tarafa çevirdiğinde, bakışları, kaldırımda tek başına oturan sekiz on yaşlarındaki esmer oğlana takıldı. Diğerlerini seyrederken, bir yandan da sıkılmış bir hâli olduğunu hissetti nedense. O sırada, “Mustafa, hadi oğlum, evimize gidelim.” dedi kırk yaşlarında ve aynı esmerlikteki adam. Çocuk kalktı, birlikte binaya girerlerken araç da hareket etti.

Aylin, içindeki o kor ateşi bir kez daha duyumsadı adamın sesiyle. Koltuğa yığılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ne kadar zaman geçmişti, bilmiyordu. Kapının çalınmasıyla irkildi. Yoksa ağlamalarını duyan mı olmuştu? Saate baktı, dokuzu çeyrek geçiyordu. Kimdi ki bu saatte? Kapıya yönelerek seslendi: “Kim o?”

“Kapıyı açabilir misiniz lütfen? Karşı daireye yeni taşındık. Bir ricamız olacaktı mümkünse.” diyordu bir erkek sesi. Emniyeti açmadan araladı kapıyı.

“Buyurun?”

“Fazla ekmeğiniz varsa verebilir misiniz acaba? Çevreye yabancı olduğumuz için yemek yiyebileceğimiz bir yer bilmiyorum henüz. Kusura bakmayın, oğlum olmasaydı rahatsız etmezdim.”

Adam bunları söylerken Aylin’in yüzündeki solgunluğu görünce, “Şey, çok üzgünüm. Rahatsız ettik sanırım. İyi akşamlar.” diyerek aceleyle geri döndü.

Aylin tam bir şey söyleyecekti ki kapı eşiğinde duran o esmer, utangaç çocukla göz göze geldi. Bayılmamak için insanüstü bir güç sarf etti. Bu nasıl bir benzerlikti? Şaşkınlık ve heyecandan nefes nefese kalmıştı. Kendini toplamaya çalışırken, “Rica ederim, rahatsız etmediniz. Birazdan yiyecek bir şeyler getiririm.”  diyerek hızla kapıyı kapattı.

Eli ayağına dolaşmıştı Aylin’in. Uzun zamandır bu kadar heyecanlanmamıştı. “Ah, Tanrım!” diye inledi. Vücudu zangır zangır titrerken, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Buna rağmen hızlı hareketlerle çayı demledi, buzdolabından kahvaltılık ne varsa çıkarıp tepsiye koymaya başladı. Bir yandan da ekmek kızartıyordu. “Çocuklar sever kızarmış ekmeği. Mustafa da yesin sıcak sıcak.” diye mırıldandı. Tıpkı Baran yiyormuş gibi…

Yıllardır mahrum kaldığı o esmerlik, iri siyah gözler ve utangaç bakışların benzeri orada, karşı dairedeydi işte. Yaşadığı acı zaman zaman katlanarak artacak olsa bile, Mustafa, etiyle kemiğiyle belki de dayanılır kılacaktı hayatı bir nebze olsun.

Tanrı yakarışlarını duymuş ve bir teselli yollamıştı sonunda. Gözlerindeki yaşları silmeye gerek bile duymadan, titreyen elleriyle tepsiyi alarak karşı dairenin kapısını çaldı. Kapıyı açan adama, “Mustafa Baran için. Afiyet olsun.” diyerek elindekileri uzattı.

Adam kalakaldı. “Baran mı?” diyecekti ki vazgeçti. Anlamıştı. Yutkundu ve titrek bir sesle, “Sağ olun, çok iyisiniz.” diyebildi.




Yorumlar