Sevgili dostum
Canımı yakan, başına gelenler değil.
İçinin nasıl kavrulduğu, gözlerinin nasıl kana boğulduğu, sesinin nasıl titrediği değil yüreğimi burkan.
Göğsünün tam ortasında, nasıl bir taşın altında kaldığını biliyorum.
Ancak tüm bunlara rağmen, sana bu yüzden acımadım.
Çünkü sen
Bu kederlerin acı içkisiyle, bu ızdırapların yalın pençesiyle, ve kör, paslı hanceriyle ihanetin, yaraların ne kadar derin, ne kadar irin dolu olsa da mutlak bir zafere çıkan cenge tutuştun.
Dostum, beni yakan
Can havliyle, içindeki ateşin en har haliyle yana yıkıla savrulmandır.
Bir şeyler söylemek için ne çok acele ediyorsun...
Bırak onlar aklın en duru, en keskin halindeyken sana gelsinler.
Eğreti acıları, suni avuntuları, ruhu okşayan kokular gibi sürünüp, aklının kapılarını zorlayan, gururunun beline kıran cümlelere nasıl da aldanıyorsun.
Sonra gecenin en derin anında, kuytulardan meydana çıkmak için ruhuna binlerce darbe vuran ötelenmiş kırgınlıklarını, sancıyla kıvranan hastaları avutur gibi avutmak için, yalan pişmanlıklar doğurup onursuzca hatalar üstleniyorsun.
Sana baktığımda
Acıyla kıvranan bir aşık
İhanetin hançeriyle vurulmuş bir ruh değil,
Onlarca yarasına rağmen, kırbacın altında inlerken bile, efendisinin elinin incinmesinden korkan bir köle,
dövüldükçe dövülmüş, canı yandıkça azmış bir hayvan görüyorum.
Gözlerin içine baktığımda, gözyaşların aklımı çelemiyor.
Çünkü derinlerde, utanç içinde kıvranan, ve bu utancın zincirine mahkum olmamak uğruna tüm uzuvlarını kaybetmeye razı, gözlerine mil çekilmiş dili kesilmiş ama yine de başını eğmeyen, sesi duyulmasın diye en derin en karanlık zindana hapsedilmiş bir onur görüyorum.
Şimdi sen dostum
Kendi ateşini kendin külleyip
Gözünün yaşını kendin sileceksin
Ve kederin içkisiyle sarhoş olmuş yaralı ruhuna, onurunu bir cerrah gibi dikeceksin.