Ey belirli bir mesai saati olmayan, 7/24 uyumayan, belki de lüzumsuzca olduk olmadık nöbetlere adını yazdırıp duran savaşçı!
Görüyorum
Ara ara bırakıyorsun kılıcını, yerleştiriyorsun kınına
İniyorsun atından tüm yorulmuşluğun ve nihayet teslim olmuşluğunla
Seriyorsun ortalık yerlere döşeğini öylece
Ve kıvrılıyorsun üzerine cenin pozisyonunda
Bırakıyorsun kendini uykunun kollarına mantık düzleminde açıklayamadığın bir güven duyarak hayata
Az biraz dinleniyorsun sen de, hakkındır tabii ama
Uykunu aldığına kanaat getirip gözlerini açtığın an pişmanlık kaplıyor içini
Kendi kendine çığırıp durduğun ‘’Kendine gel!’’ nidaları eşliğinde, peşinden atlı kovalıyormuşçasına
Biniyorsun alelacele atına
Çıkarıyorsun kılıcını kınından ve de kuşanıyorsun olanca asiliğinle, içine sinmiş savaşçı kimliğinle
Sürüyorsun atını, sürüyorsun dümdüz
Nereye gittiğini bilmeden
Sallıyorsun kılıcını havaya, ilerilere bir yerlere doğru
Nereye salladığını bilmeden
Kan basıncın yüksek, bedenindeki adrenalin salgısı yoğun, sempatik sinir sistemin aktif fazlasıyla
Fazlasıyla tetiktesin
Ve de düşüncelerin ve inançların, algın, bu dünyaya bakış açın zifire bulanmış, katranla kaplanmış gibi kapkara
Yeniden umutla bakacak, çoktan batmış olan Güneş’inin hayatına bir gün yeniden doğacağına inanacak ve güvenecek iç mecalin kalmamış, iç kasların yorgun
İç kasların yıllar süren kuvvet ve dayanıklılık antrenmanlarından çıkmışçasına yorgun, delicesine dinlenmeye ve gevşemeye muhtaç belki de
Belki de geçmiş tekerrür etmez bundan sonra öyle ha bire
Gelecek taptaze bir soluk gibi; oksijeni bol, hücre yenileyici, ciğerlerini genişletici
İç yangınlarını dindirici, serinletici
Üzerlerine yakı yaptığın acılarını, içindeki küçük çocuğun küskün ve asabi bağırış ve yankılarını sakinleştirici, artık nihayet ödül zamanının geldiğine ikna edici
Taptaze bir soluk gibi gelecek sana belki de...