Sazlıkların ötesinden batıyor bir gün daha

İşte, hazin hazin yürüyorum bilindik sona.

Öyle hâlsiz, öyle yorgunum ki hiç sorma.

Ne olur bu sefer ben susayım,

Sen beni suskunluğumdan anla.

Gömleğime nüfuz etmiş bir hokka lekesisin.

Günah kadar derin, tövbe kadar ince.

Kokun, bir ayet ferahlığı olup sarıyor etrafımı, sen aklıma gelince.

İnce tebessümlerin alıkoyarken beni yaşamaktan,

Tohum olup filizleniyorum bu topraklarda yeniden.

Saçlarının rüzgârla buluştuğu yerlerde kanıyorum tepeden tırnağa.

Kanıyorum en olmadık zamanlarda en saçma yalanlara. 

Senden gelecek bir ‘‘merhaba’’ umuduyla göz açıyorum tüm yarınlara.

Kırılmış ucu divitimin.

Adının geçtiği yerlerde secde edecek kadar itikada dayanmış teslimiyetlerin eşiğinde kalemim.

Gözlerimi her kapattığımda karşımda beliren yüzün,

Saldırması için çözüyor iplerini, en derin hüznün.

Söyle, hangi ayrılık en kolay öldürür beni?

Hangi bakış öldürmez de süründürür beni?

Hangi söz döndürür yolumdan, hangisi yeniden yakar yüreğimi?

Susma söyle, şimdi hangi ateş korkutur İbrahim’i?

Sazlıkların ötesinde turuncu bir akşamüstü oldu şimdi.

Otların hışırtısı yayılıyor düş bahçelerimden içeri.

Efkârın acemi şövalyeleri, atlılarıyla dayanmışlar kapıma.

Eski ben olsa cenge tutuşurdu işte şu er meydanında.

Oysa imkânım olsa kendimden dahi kaçar sığınırdım sana.

Bugünlerde böyleyim işte.

Bir şey sormasınlar diye bakmıyorum da kimselerin yüzüne.

İçine bin anlam sığdırdığım bu sessizliği,

Gelip de küstürmesinler şimdi.

Başım önümde, yarım kalmışlığın acısını taşıyorum küfemde.

Ne olur söyle, daha fazla yakmasınlar canımı bu şehirde.

Sazlıkların ötesinde akşam oldu işte.

Kulağıma dolan hicaz makamıyla meşk saatleri.

Bir lüfer yanağına, bir duble rakıya satıyorum düşlerimi.

Hissediyorum, bozuluyor sevdanın sihri,

Başlayacak yeniden, bir cümle yazmak için

Masamda sancıdan kıvranma vakitleri.

02.04.20/ 07.07