Amatörce bir film okuması.

Film, her ne kadar kitap uyarlaması olsa da ben sadece film üzerinden anlatacağım. Çünkü kitabı okumadım ve bu sadece bir film okuması olacak.


Film baba katili oğul temasını farklı bir perspektiften izleyiciye sunuyor. İlk olarak Oidipus tragedyasında edebileşen bu hikaye bize bir başka bakış açısıyla anlatılıyor.

Derinlikli filmlerde, genel bir konunun altında yer alan katmanlar bulunur. Bu filmde de birçok katman var.

Üstüne kurulan temelde bir baba katilini konu almışlar.

Bu temeli 1925 yılında Amerika'da işleyerek konuyu daha çarpıcı yapmak istemişler. Günümüzde olsa daha basit duracak ve yüzeysel olacak bir hikayeyi daha göz alıcı yapmış bu dönem etrafında şekillenmesi.

Döneminin içerisinde eşcinselliğin zorluğunu işliyormuş gibi görünen bir seneryo olduğu ilk bakışta düşünülebilir. Bu sadece yüzeyinde bulunan bir katmandan ibaret olmakla, daha derinlikli bakınca aslında olayın, ana konuyu cinsellikten uzak tutmak olduğu anlaşılabilir. Bunu, Phil ile Peter arasında hiç cinsel ilişki sahnesi olmamasından anlayabiliriz. Hatta bize filmin içerisine yavaş yavaş yedirilen bir eşcinsellikle aslında konunun başka olduğu ve oraya odaklanmadan izlememiz gerektiğinin mesajını vermek istemişler sanki. "Sen hele bir dur bakalım." diyor bizlere. "Ben sana bu adamın eşcinsel olduğunu pat diye söylersem, sen benim anlatmak istediğim hikayeyi kaybedeceksin" diyor.


Phil, bu hikayede bizim için bir apollonist. Ve bize hiç gösterilmeyen at eğitmeni onun için bir tanrı. Yani ona her şeyi öğreten tanrı Apollon. Peter'ın bulduğu atletik pozların olduğu dergideki adamlar, bizlere Apollon heykellerini anımsatmaktır.

Bir başka apollonik unsur ise Phill'in çalgısı olan banjo ile Apollon'un çalgısı olan kitara benzerliğidir. Bize anlatılmak istenen temel konu bu ipuçlarıyla pekiştirilir.


Phil tamamen kadınların güçsüzlük unsuru olduğu ve sadece sevişmek ve yemek yapmak için var olduklarına inandığını bizlere şöyle ifade eder:

Önce Peter'in feminen özellikleriyle dalga geçer. Sonra George'un para karşılığı alabileceği bütün hizmetleri ifade ederek, kadınla yine de duygusal bir şeyler yaşamak istemesine kızgınlığını belli eder.

Kadının güçsüz bir varlık ve bir bela olduğunu da Peter'a annesinin sarhoşun teki olduğunu söylediği konuşmasından anlıyoruz. Ondan kurtulamasını tembihliyor. Annesinden kurtulursa tam bir erkek olacağını söylüyor ona.

Bütün bu özellikler o kadar apollonik ki daha ne kadar apollonik olabilirdi diye düşünmemize fırsat vermeksizin bizlere, Phil'in eşcinsel olduğu da yavaş yavaş gösterilmiş oluyor. Yani o kadar erkek ki bir kadına ihtiyaç duymuyor deniliyor bizlere. Kadınları bir böcek gibi görüyor ve onlarla dalga geçiyor. Evde ıslık çalarak dolaşması sanki biraz kadının müziğe yeteneksizliğine dem vurarak diyonizyak bir kabiliyetin yetersizliğiyle eğleniyor gibi. Amerikan müzik sektörüne de gönderme var.


Bütün bu kadını dışlama olayları bir replikte bize asıl eleştiri bombasını patlatıyor. Annesinin Peter'a "sadece bütün erkekler gibi o da" demesi.


Filmi diğerlerinden, yani aynı konuyu işleyen filmlerden ayıran nokta ise şunlar gibi duruyor:

Baba katili oğul ile baba figürü arasında hiçbir kan bağının olmaması.

İki kahraman ile anne figürü arasında cinsel bir dürtüye yer bırakmamak adına, eşcinsel karakterlerden oluşturulan bir apollonik ve bir diyonizyak karakter olması.

Belki de bir başka mesaj aslında Freud'un bahsettiği anneye karşı duyulan istenç değil de baba ve oğul arasındaki cinsel istenç olabilir fikrini vermesidir.


Bir de şöyle açıklanabilir: Doğanın uygarlığa karşı olan kini ve uygarlığın doğayla birleşme isteği. Feminen olan doğaya karşı aşağılayacı yargılarını bir kenara bırakan bir apollonik karekter ve onunla olmak isteyen, onunla birleşmek isteyen bir kültür kafa karışıklığı.

Filmin sonu ise şu mesajı veriyor olabilir: Doğayla birleşmek için, ona yakınlaşmak için çaba sarf eden uygarlık ölmeye mahkumdur. Ve doğa tarafından hediye edilen bir ham maddeyi uygarlık adına doğayı insanlığa hizmet etmesi için evcilleştirmek adına kullanılan bir dizgin kayışı yaparken. Bu kayıştan kaptığı bir enfeksiyonla ölerek. Ama uygarlık öyle pislik içinde ölemez. Sabah o halde bile tertemiz giyinir ve öyle ölür.

George ise etkisiz elemandır. Uygarlık kurulurken en yukarda olan aristokrat kesimdir. Hiçbir becerisi yoktur. Sadece uygarlık kurulduktan sonra üstüne çöreklenmiştir. Ve kadınlara çok fazla değer vererek uygarlığın sonunu getiren kişi olacaktır. Phil'in söylediği gibi "25 yıl boyunca üniversitede okuyorum diye oyalanmış şişko biriyken, Phil bütün çiftliğin nasıl idare edileceğinı ögrenmiş" Phile'in pis kokusundan dolayı sitem etmesi bu çatışmayı gösterir. Şehirler uygarlığın temelini oluştururlar. Ama aristokrat kesim aher ne kadar bu şehrin ekmeğini yese de uygarlığı taşıyan kesimin oturduğu yerlerin pis koktuğundan sitem eder ve daha temiz bölgeler inşa ederek kendilerine özel muhitler belirlerler. Ama en sonunda bu kesim içeriye girer. Daha sonra bütün aristokratlar orayı terk ederler.