Bin kere düşsen de bin birinci kez ayağa kalkmayı bil. Biliyorsun çocuklar yere düşebildiklerinden yürümeyi öğrenirler. Geleceğe bak. Orada bir sen var. Bir kıyıda bekliyor seni. El ediyor hatta, hızlan diye. Gel diye. Yürürken adımlarını hızlandırıyorsun sonra koşmaya başlıyorsun. Bir bakmışsın ki dibindesin senin. Bu sen gelebileceğin son nokta. Sonra tutuyor elinden ve yürümeye başlıyorsunuz üryan ayaklarla. Kıyıyı soluyorsunuz, su köpüğüyle vuruyor ayaklarınıza. Öyle serin ki ve buz gibi bir su. Hissetsene. Tahayyül etsene. Kum da öyle yumuşak... Güneş kızıllığını almış. Batmaya yelteniyor. Biliyorsun ki güneş batarken sen doğuyorsun, güneş yarın doğmadan sen doğmuş olacaksın. Motivasyon bekliyorsun. Tık tık atan kalbine bakmak yeterli olacaktır. Ne kadar masum bir manzara. Bulutlara baksana, kümelenmişler ve o renk geçişi. Harika ya bu. Ve her şeye rağmen bir damla düştü yüzüne, yüzünden dudağının oraya. Oradan da yeri buldu. Yağmur mu bu yoksa senin gözlerinden akan yaş mı? Kestirmesi zor. Zor bir şey varsa eğer onlar değil, işte bu kesiştireş. Yorgun değilsin, kendini bırakmak istiyorsun kuma. Denize bakıyorsun. Hem de geldiğinden beri ilk defa görüyorsun denizi. Niçin önce denize bakmadın? Deniz mavi. Su şeffaf. Ama deniz mavidir. Zima mavisi gibi. Tahayyül mavisi gibi. Bu deniz... Bu deniz kaç insan yutmuştur ve kaç insanı tutuyordur içinde? Bilmiyorum. Ama insanlar deniz yıldızı değildir, senin yerin kıyı. Kıyı ve belki bir tekne bulup bir yerden açılmak denize... Kıvranıyor gibi kumlar ayaklarında. Yine bir damla. Yine gözünden mi gökten mi kestirilemez. Değişiklikler istiyorsun hayatında. Şöyle bir inkılap yapayım diyorsun muhalifler karşı çıkıyor. Delirdin sanıyorlar. Evet delirdim de o zaman belki rahat bırakırlar. Şöyle bir değişiklik olsun ki bir daha dönülmesin o kara deliklere. Bir damla daha. Damlalar artmaya başladı. Bırak yağsın. Hayır bu damlanın yağmur olduğunu falan söylemek istediğimden yağsın falan değil gözden de yağar. Yağar, yağar ve temizlenir insan. Hıh! Bir hıçkırık. Bir damla. Bir hıçkırık. Bir damla. Bir yara bandı var parmağında. Gelen suya eğilerek elini dokunurduğunda su yara bandını da yaranı alıp gidiyor. Ağaçlar gözüküyor ötede. Kuşlar şimdi gelmeye başlıyor. Karanlık çöktürüyor ama hâlâ önünüz güzelce gözüküyor. Gelecek sen'e bakıyorsun. O da sana. Tebessüm ediyor. Sonra diyor ki "Oldu." Neyin olduğunu, nasıl olduğunu söylemiyor ama seni rahatlatmak için kâfi gelmişe benziyor bu laf. Öyle heyecan verici gözleri var ki. Gözlerin var ki. Umut unutulacak bir şey değil. Bin kere düşsen de bin birincide kalk. En çok özlediğin renk gözünün önüne geliyor sonra serpiliyor denize. Denize iyice bak. Balıklar. Onlar oradalar. Bir yaş daha. Yağmur mu? Yoksa bir kuş ağladı da senin üzerine mi düştü gözyaşı. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey bilmediğim. Rüzgar. Rüzgar sağımızdan esiyor. Ve gücünü toparlayıp denizin üzerine çıkıyor, koşuyor koşturuyor. Yılkıya bırakılmış at gibi. Yosun tutmuş peteklerin suyu yerine yağmurun kurduğusu birikintisine yollanıyor. Kanamış dizlerine çalıyorsun elini. Gözüne bakıyor o. "Olması lazım." diyor. Yara olmasa yârlanmanın tadını alamazsın diyor sanki. Yurdunu temiz tut kardeşim diyor. Elini uzatıyor yüzüne, biraz geri kaçıyorsun ama sonra bir yaş alıyor gözünün ordan parmağına. Sonra elini denize uzatıyor. Sen artık denizin bir parçası oluyorsun, denizde senden bir parça. Bir bağırış çağırış. Bakıyorsun martılar. Bir yaş daha ama şiddetli bir hıçkırık ardından. Sonra yaşlar ardı ardına bir, iki, üç. Bırak aksın. Yurdunu temiz tut, orası yârin oturduğu yerdir, solunu temiz tut yâr orada çünkü. Binlerce yıl geçiyor sanki her adımda. Yaşlanıyorsun ama pas tutar bir makine gibi değil dingin ve işleyen bir saat gibi. Gölgeleşiyor, bulanıklaşıyor her şey gözünde. Sesin kısılıyor. Bundan önce bağırdığın her bir şey için. Duruyorsunuz. Peşine bakıyorsun ve adımlarınızı görüyorsun. Hiç adım atmamış olsaydın buraya gelemezdin. Her bir noktadan bir adım ötesi ufuktur. Sonraki nokta için de. Mutluluk geliyor içine. Tarifsiz olanından. Yeter diyorsun masivaya. Şehrin kirlenmiş suyunu cebinden çıkarıp döküyorsun denize. Deniz alıyor o suyu temizliyor, temizliyor. Sana yeni bir su çıkartıyor. Bir çift gözü ayakkabı alır gibi alamazsın. Bakıyorsun ileriye gölge gölge. Işık cılız. Belli ki ampul kullanılmıyor buralarda. Denizin yanında bir ev. Ahşaptan. Biraz daha arşınlayınca yeri bu diyara varıyorsun. Önünde minik bir havuz. İçinde gemiler yüzüyor. Pembe, mavi ve turuncu dört tane. Parmağını sokup suyu karıştırıyorsun. Gemiler harekete geçiyor. Bir düdük sesiyle sefer haberi veriyorlar. Bir uzun bir kısa çalıyor biri. Hayatta düdük gibi ya uzun ya kısa ama güzel. Yaşamaya değer hem de her şeye rağmen. Yine yaşamaya değer. Ağaca bak. Kıpkırmızı bir ağaç, uzunca. Basamaklı iki katlı bir ahşap bina. Gelecek sen kapıyı tıkıyor ve açıyor. Bir ahşap kokusu almış içeriyi. Ne muazzam. Güneş battı artık. Yarın yeni bir gün olacak. Bodrumdan çekiç sesleri. Belki bisturi. Hayat çelişkilerle ve çekiçlerle dolu. Ya bir çelişkiyi alıp içinde boğulursun ya da çekici alıp tamir etmeye, kurmaya, yeniden ya da baştan inşaa etmeye başlayabilirsin.
Thousand and One
Yayınlandı