Dünyanın iki ucundaki iki kadın tek sözle çalkalanıyordu bir saniye arayla. Bir saniye sonra Zeliha, diğer kadının yüzünü ellerinin arasında tutuyordu, kendisini duyabilecek herkese yalvarıyordu. Yalnızca bir çift kulağa kör olacağını bilmiyordu söyledikleri sözlerin...


Bir hastane odasının bebek mavisi duvarlarının arasında öğrenecekti.


Zümrüt, Komiser Zümrüt, önce hayatı boyunca çalıştığı meslekten tüm kibarlıklarıyla atılacaktı, arkadaşları gerçekten iyilikle etrafında pervane olacaklar ama bu içindekileri küllemeye yetmeyecekti, babası, babası ona bakamayacaktı çünkü ağır gelecekti, kız kardeşi ağlamadan duramayacaktı yanı başında çünkü artık onu o olmaktan alıkoyan bir şey var olacaktı.


Susacaktı, ufacık bir harekette yerinden zıplayacak, gözleri korkuyla dolacaktı.


Zümrüt kızını kurtarmaya çalışırken işitme yetisini kaybedecekti ve duyabildiği tek ses kendi çığlıkları olarak kalacaktı.


Herkes bunun hakkında farklı bir şeyler hissedecekti ama onun hissettiği... O daha ne hissettiğini anlamadan bastıracaktı.

Aradan beş ay geçecekti, Zeliha yanında kızıyla birlikte kalan tek şey olacaktı. Ağladığını duymayacak ama onun omzunda yıkıldığını bilecekti her gece. Hiç konuşmayacaktı, gerekli oldukça yazacak ya da önceden öğrendiği kadarıyla işaret dilini kullanacaktı.


Beş ayın sonunda bir gün, Zeliha kucağında bebeğiyle gelecekti ona. Hiç beklemezken, kollarının arasına bırakacak, sonra da karşısına geçip oturacaktı.


Neler olduğunu soran gözlerle bakacaktı ona. O da beş ay boyunca ilk kez konuşacaktı ona.

“Manolya sesini duymak istiyor.”


Bildiği tek gerçek omuzlarına tırmanıp onu sarsacaktı.


“Ben bilmiyor muyum sanıyorsun?” diye çıkışacaktı, öfkeden gelen bir dürtüyle.


“Hiçbir şey bilmiyorum, ayırt edemiyorum,” diyecekti, hızını alamayacaktı. “Beni bütün duygularıma bağlayan tek gerçek duyduklarımdı. Duyduğumun gerçekliğini bilirdim, yalan olmadığını... Artık duymuyorum.”


Yutkunacaktı, Zeliha. “Çocuğumu bile sakinleştirmeye çalışırken karanlıkta kalıyorum, duymuyorum, sen beni sakinleştirmeye çalıştığında hissedemiyorum, duymuyorum. Bunlar bana bir duvar örüyor, ben o duvardan geçemiyorum.”


“O duvarı sen kuruyorsun.”


Öfkelenmemek için zorluyordu kendini. “Öyle mi?”


“Evet! Gerçekten bir şeyler duymak istiyor musun? O zaman dinlemek zorundasın!”


Yerinden kalktı, hiç beklemediği bir şey yaptı. Bebeği yavaşça kucağından aldı, biraz sakin ama aynı zamanda sert adımlarla, dans etmeye başladı.


Titreşimler.


Titreşimleri hissediyordu.


Ona böyle umut verecek, kalbinin atışlarını duyuracak olan ise bunu daha önce fark etmemiş oluşuydu.