Üşüdüm. Dışarıda hafif bir akşam esintisi var, hava soğuk değil ama odam buz tutmuş. Ellerim resmen donuyor. Tırnaklarım morarmış, yeni fark ediyorum. İçimde bir titremedir almış başını gidiyor, durduramıyorum da keratayı. Üzerimde incecik kıyafetler var. Kapının arkasında asılı yeleğimi gözüme kestiriyorum ama beyaz plastik sandalyemden hiç mi hiç kalkasım yok. Arkama yaslanıyorum ve ayaklarımı, masanın üzerinde sabahtan beri aynı sayfası açık duran test kitabının üzerine koyuyorum. Sayfalar ayaklarımın altında biraz eziliyorlar, biraz büzülüyorlar. Hoşuma gidiyor bu.


İçeriden televizyonun sesi geliyor. Annemin ve babamın acaba bugün hangi dizileri var?


Hızlı hızlı yürüyen birilerini duyuyorum. Hışımla tuvaletin lambasını açıyor ve kapıyı çarpıyor, bilgisayarın başından kalkmak bilmeyen erkek kardeşimdi bu kişi. Uzun süredir kendini sıkıyor olmalıydı. Kısa sürede işini bitirip tekrardan bilgisayarın başına koştuğunu işitiyorum.


Yine titriyorum. Bütün vücudum sarsılıyor. Ben sarsıldıkça kitabın sayfaları daha da buruşuyor. Onları öyle gördükçe daha fazla sarsılmak istiyorum. Birer birer yırtılsınlar istiyorum ve işte, bir titreme daha!


Gözüme bazı şekiller çarpıyor: üçgenler, dörtgenler, çemberler... Bir iki tane soruyu hemencecik aklımdan çözüyorum. Sonra canım daha çok sıkılıyor ve başımı geriye atıyorum. Kulaklarımda tüm öğretmenlerimin, tüm yakınlarımın ve akrabalarımın verdikleri 'öğütler' çınlıyor. Milyon kere söylenen ve birbirlerinin aynısı olan bu sözlerin benim için pek de anlamları kalmıyor artık. Özellikle de "Sadece bir yıl dişini sıkacaksın, sonra rahat edeceksin." demiyorlar mı? Aklıma geldikçe titreme geliyor, üşüyorum.


Ayaklarımın her iki yanında birikmiş test kitaplarına kayıyor gözlerim. Onları her görüşümde içim sıkılıyor. Daha önce hiç içmemiş olmama rağmen nedense canım sigara istiyor. Kazanmak için uğruna ömrümden bir yıl harcadığım üniversiteyi olur da kazanırsam, büyük ihtimalle hayatımın geri kalanından bir yıldan çok daha fazla çalacak olan sigaraya başlayacağımı hissediyorum ve bunun sorumlusunun üniversite olmayacağını çok iyi biliyorum. Bu düşünceyi kafamdan atıyorum, masaya uzanıp sakız kutumu açıyorum ve içinden bir tane naneli sakız alıp çiğnemeye başlıyorum.


Her dalıp gidişimde yaptığım gibi şekilsiz ve seyrek sakalımı kaşıdığımın farkına varıyor, elimi çenemin altından çekiyorum. Bir süredir, yaşlarımız aynı olan eski bir arkadaşımı düşünmekle meşguldüm. Geçen sene hayatını kaybetmişti. Onun da hayalleri vardı, o da çalışıyordu. Onu kaybettikten sonra yarınım belli değilken gelecek için neden bugünümden vazgeçeyim diye düşünmeye başlamıştım. Kazanacağım geleceği de bir başka gelecek uğruna harcamayacak mıydım? Ben ne zaman bugünü yaşayacaktım?


Yine üşüyorum. Anne, baba televizyonun sesini kısar mısınız? En azından şu titremelerimi rahatça yaşayabileyim.