Devlet, toplulukların ve milletlerin etrafında şekillenen çoğunlukla geçici siyasal bir unsurdur. Bu unsur vücuda gelirken yönetim sınıfının hangi kesim veyahut uyruktan geldiği fark etmeksizin, halkın yaşayış tarzı ve davranışı, günün getirmiş olduğu bazı kaideler bütünü içerisinde var olur.

Peki nedir bu kaideler? Elbette ki toplumun yani halkın her kesimidir. Örneğin edebiyatta halkın konuştuğu dili yaygınlaştırmak ve aydın etmek adına pek çok açık dilli eser kaleme alınırken yüksek kesim dediğimiz ve divan edebiyatı çerçevesinde gelişen edebiyatta ise bu durum, dil açısından oldukça kapalı ve sanatlıdır. Bu doğrultuda işlenen konular dahi apaçık bir şekilde gözlemlenebilir ki farklıdır. Bu farklılık, bir medeniyetin ortaya çıkmasındaki en temel unsurlardan biridir. Olumsuz görünen pozitif bir hadise.


Devletler, bünyesinde barındıklarıyla hem sosyokültürel hem de siyasal anlamda ilerlerler. Buna verilebilecek en güzel örnek ise Memlûk Devleti olabilir. Bir başka örnek ise Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi zorunlu dil hâline getirmesidir. Öyle ki bir fermanda bulunuyor kendisi, “Şimden gerü hiç kimesne divanda, dergahta, bargahta, mecliste, ve dahı her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye” ve bu doğrultuda yazılan eserlerin Türkçeyi övmesi ve onu yüceltmesi olarak gösterilebilir; bu, Türk dilinin yücelmesine ve unutulmamasına olanak tanır. Toplumu anlamak ve halkın içerisinden gelen biri hissiyatıyla hareket etmek birlik ve beraberliği, aynı zamanda etik ahlâkı da beraberinde getirir. Böylece meydana getirilen medeniyet, bir kültür ve yaşayış tarzı üzerine yükselir.

Sanatın her dalı, yukarıda bahsettiğim her şeyde kendini göstermektedir. Şiir, roman ve diğer edebi türler çoğunlukla bu kültür ve yaşayış tarzı üzerine inşa olunur. Yani medeniyet, bünyesindeki her şeyin ortak noktası, çatısı niteliği taşır.


Peki, bu durumun tersi gerçekleştiğinde ne yaşanır? Toplumun bazı kesimlerinde ayrışmalar ve uyumsuzluklar başlar. Hoşgörü ortadan kalkar ve elbette bozulmalar meydana gelir. Bir Hristiyan’a dilediği gibi ibadet etme izni vermezseniz eğer, onlar da Müslüman kesim için aynını yapmayı arzular. Yapmıyorlar mı zaten? Şöyle söylüyor Cahit Zarifoğlu: “Bakıyorsunuz zulmedilenlerin tek ortak özelliği var, Müslüman oluşları ve zulmedenlere bakıyorsunuz onların da bir tek özelliği var, kâfir oluşları veya küfre hizmet edişleri”. İsrail’in Müslümanlara yaptığı zulümler mesela, Mescid-i Aksa'da yangın var yine ve Gazze’de bombalar yağıyor Müslümanlara ve evet, bakıyorsunuz hepsi kâfir ve küfre hizmet ediyorlar.


Medeniyet sadece aydın olmak mıdır peki? Medeniyet sadece bunlardan ibaret değildir! Mustafa Kemal Atatürk, şöyle diyordu: "Bir milletin medeniyetini ölçmek istiyor musunuz? Kadınlarına nasıl muamele edildiğine bakınız." Toplumun birbiri içerisinde nasıl davranışlar sergilediği medeniyet tasavvurunun anahtarıdır, bu da medeniyetin bir parçasıdır aslında çünkü toplum, medeniyeti oluşturur. Fakat ne yazık ki Türkiye'de neredeyse her gün bir kadın, cinayete kurban gidiyor. Medeniyet tasavvuru bizlerin elinde bir meşale ve biz bu meşaleyi daha da ateşlendirip, etrafa daha fazla ve daha temiz bir ışık saçmasına yol açacağız. Bizler, bu ülkenin ve bu medeniyetin aydınlatıcılarıyız.


Aslında kültür, medeniyeti oluşturur. Buna bağlı olarak aynı zamanda, bir kültür ve orada yaşananlar da medeniyete etki eden faktörler olarak ele alınabilir. Fakat uyuşmazlıklar ve beraberinde gelen olumsuz faktörler, sosyal yapı düzeninin bozulmasında rol oynayabilir. Ve bu da beraberinde siyasal anlamda çıkacak anlaşmazlıkların baş göstermesine neden olur ve bir medeniyet olmaktan çok, ayrışmış kabileler hâlinde yaşanmaya ve elbette yok olmaya yüz tutar.


İşte medeniyet ve kültürün kopmaz ilişkisi bunlar üzerine kurulur.