Aslında toprak. Ondan geliyor, orada yetişiyor. Yabancı olduğu, bilmediği bir yer değil. Toprakla büyüyor, toprakla yetişiyor. Ama bir gün biri gelip çok beğeniyor çiçeği. Çiçek de kendini ona doğru sallandırıyor, beğenilmek hoşuna gittiğinden belki, belki de rüzgâr onu kıpırdatıyor bilinmez. Beğenen kişi bu hareketle dalından kopartıp alıyor çiçeği, ayırıyor bildiği, alıştığı topraktan. Ama yine de mutlu çiçek, beğenildiği yerde, biri onu beğendi ve yanına aldı, onunla da kök salabileceğini, büyüyebileceğini düşünüyor ama işler istediği gibi gitmiyor. Koparan kişi çiçeği inceliyor, kokluyor, ne kadar güzel olduğundan bahsedecek belki yanındakilere. Sonra konu değişecek, çiçek unutulacak, koparanın elinde oyuncak olacak. Çiçek hâlâ sevildiğini düşünecek ama koparan kişi çiçeği unutalı çok oldu, kafası başka yerde, elindeki çiçekten çok uzakta. Elinde parçalanacak o küçük çiçek, öyle fark edecek kopardığı çiçeğin hâlâ elinde olduğunu. Niye kopardım ki bu çiçeği diye düşünüp atacak elinden. Güzel çiçeklerin kaderi budur.