artık ben nerede görsem bir ölümü, tanırım

nerede dokunsam bir ıslak tene

hissederim içinde akan nehirleri

kıvranıp duran ormanları, böcekleri ve sevdayı.

ellerin şimdi uzaklara uzanan hissiyatın

tutup saçlarından kavrar sokağın o kokusunu

getirir soframıza

soframız ki

insan eti kaynar tabakasında

gümüş renkli kuşluk vakitleri

mesailer, tutsaklıklar, somonlar ve kazan daireleri, lokavt gürültüsü harlanır.

insan eti kuyuları

çürümüş insan kokusu her yan

insanların zihni çürük kokuyor

gözleri, ayakları, dudakları

irin kokuyor.

şefkatleri küf kokuyor;

dökülüyor etleri her yana

yaban eller demeden

yaz mevsimleri, nem bıkkınlığı

metropol sancısı demeden

tarlaları ve panel konuşmalarını aynı sığlık vuruyor,

vuruyor,

vuruyor.

kanım pek hasta

hissediyorum

göğüs kafesimin içinde yumruğum

yorgun bir sızıyla doluyor.

ama denizler var

ama banklarda uzaklara bakan cinsler

vapurlarda öpüşmeler, tersanelerde ter var

ben varım her deniz kıyısında

yaban ve hasta

gırtlağıma basan duman

dilimle damağım arasında kelimeler

aklımda uyanılacak günler.