Aşık olduğum toprağa kavuşmak için miydi doğumum, çığlığım. Gömüldüğün yerde karanlığa duyduğum saygıdan sessiz kalmam gerekti. Tüm topraktakiler affettiler, onları zorladığım şey için suçlamadılar beni. Sevdikleri için kaymayı göze alan yıldızlar öylesine bir insan için de aynı şeyleri yapamazlar sanırdım. Fazlasını yaparlarmış. Yalnız bırakmamak için onu tohum olur yeryüzüne düşer, bir de köklerini salarlar, endişelenirlermiş başına bir şey gelecek diye, kaygılanırlarmış. Boşa gitmesin isterlermiş umutları. Kaçtıkları gerçek, kendilerini bulduğundaysa ait oldukları hayalleri hatırlar, kırılmasın diye testi yerine içindeki kana gizlice sızarmış bütün hayalleri ve bütün umutlarını yaşatırlarmış gövdesindeki, yapraklarındaki damarlarda, uzansın isterlermiş bütün uzuvlarına. Damarlarında var olan o sıcak kan kuruduğunda gözlerinden geçen onca anıyı okuyan insanla, kendilerini tanıyanla tanıştıklarında başlarlarmış alev alev kaynamaya yeniden. Ve o zaman dalgalanırmış bütün yer kabuğu. Sarsılırmış tüm dünya. Adeta dengesi kayarmış insanoğlunun. Henüz aitlik hissetmeyenler telaşa girer, tutunacak bir şeyler ararmış. Nereye ait olduğunu hatırlayıp aşklarının sesine kulak verenlerse çocuğun göz yaşlarıyla korunan mahzende herkesin eninde sonunda gireceği fakat kimsenin inanmadığı çukur açılır oradan girerlermiş sonsuz kalpleri olan ruhların yanına. Sevgileri kadar büyük bir karadelikleri varmış ve en güzel ruhlarla irtibata geçerlermiş gün doğumunda. Ve ne olduğu anlaşılmasın istermiş koruyucu çocuk. Görülmek istememiş Güneş’e ve Ay ispiyonlamasın diye onu karanlıktan korksa dahi, yolu görünmese, kimsesiz kalsa dahi vazgeçmemiş. Ayın dahi gözükmediği geceler dolaşmış alacağı canları, izin istemiş ve uyarmış onları. Gün doğmadan gelin demiş hepsine. Az kalmış vakitleri. Bunu hisseden ruh çıkıp gitmek istermiş bedenden çırpınır dururmuş kanadı kırık yavru kuş gibi. Dengesiz beden izin vermezmiş asla ruhların kavuşmasına. Çıkamaz ancak gün doğmadan on üç saniye evvel beden uyuduğunda kaçarmış bütün yollarını bildiği kendi hapishanesinden.

Ruh artık çok yorulduğunda korunamayacağını hisseden kalpte ruhla birlikte çırpınarak bedeni sarsarlarmış. Yine de vazgeçmeyen çocuğun, karanlığın, onu saklamasının, içine özgürlük de dahil bütün umutlarını doldurduğu çantasının hatırına sığınırmış gözlerine bedenin. Çocuğun çağrısı ışık olurmuş ona ve parlarmış gözler her ışığı gördüğünde. 


Işık, parlak…

Çok parlak, çok aydınlık. 

Bu aydınlık ağlatır beni, gözlerinin ışıltısında bulduğumda kendimi geri getirebilirim akanlarımı ancak. Ve sen reddettin beni; ruhumu, kalbimi görmeyi. Sığındığın yer okyanus olacakken bir avuç toprak oldu diye aldın başını gittin gökyüzüne. Bekledim asırlarca bir gülünü göreyim diye. Senin aksine vazgeçmedim küçük prensi okumaktan. O gülü bulup bülbülü olacağım. Çalacağım onu prensten. O küçük veledi ise atacağım tilkilerin yılanların önüne. Kolaysa benim gibi sevmek seni, göstersin marifetlerini. Kaldır kadehini göklere ve selamla asaletimi.



15/11/22