Özenle ütülediği okul gömleğini üzerine geçirdi. Pazartesi günlerini seviyordu, sevilmeyeni seven biri değildi oysa. Sadece kalbinin sevdiğini severdi o...

Kravatını özenle boynuna geçirdi, bir intihar ipi bağlar gibi sıktı ve almak için en vahim durumlara düştüğü parfümünü bedenine doğru sıktı. Saçlarını özenle taradı, elinden geldiğince şekil verdi. Beceremezdi aslında o böyle işleri. Annesi olsa belki onun için saçını yapardı...

Çantasını sırtına taktı ve okul yoluna düştü. Etrafındaki binalara bakarak ilerledi. Eğer güzel çiçeği olmasaydı, yıkık bir şehrin döküntüleri arasında geziyor gibi hissederdi fakat cennette dolaşıyormuşçasına adımlıyordu asfalt yolu.

Kendi yolundan, yanlış yola sapmış bir tren gibi döndü ve bir çiçekçiye girerek kırmızı bir gül aldı. Yolda ilerlerken gülün dikenlerini tek tek yoldu; biricik çiçeğinin elleri, gülü tutarken acımasın diye.

Hızlı ve aceleci adımlarla okula girdi, sonsuza kadar uzayacakmış gibi gözüken merdivenlerden çıktı ve sınıfa girdi.

Güzel çiçeği orada yoktu. Kendi sırasına yerleşti ve bekledi. Heyecandan dizleri titriyordu. Kalbi, eylem yapmaya çıkmış öfkeli bir kalabalığın adım atarken çıkarttığı sesten daha yüksek bir sesle göğüs kafesini tekmeliyordu.

O gün Toprak, biricik çiçeği Gül'e olan aşkını itiraf edecekti. Gül ile ilk defa 10. sınıfın ilk günü tanışmışlardı, çünkü Toprak o gün bu okula gelmişti. Gül Toprak'a oldukça yardımcı olmuş ve yeni okula alışması için elinden geleni yapmıştı. Üstelik Gül bazen Toprak'a karşı çok düşünceli oluyordu. Toprak bunu kişisel algılamış ve kendini ne kadar ikna etmeye çalışsa da kalbin kulakları olmadığını üzücü bir şekilde unutmuştu. Gül'e aşık olmuştu ve ilk adımı atmak için bir yıldır zar zor toparladığı cesareti ile onun karşısına çıkacaktı.

Gül çok, çok zeki bir kızdı. Siyah saçları ve güzel siyah gözleri vardı. Toprak, Gül ile tanışmadan önce siyahın sadece siyah olduğunu düşünürdü. Nereden bilecekti, siyahın bu kadar renkli olduğunu...

Toprak kendi düşüncesine göre ortalama bir yüze sahipti. Gözlerini severdi en çok. Çünkü Gül sevmişti gözlerini, ilk tanıştıkları zaman. "Ne güzel bir kahverengisi var gözlerinin! Adın gibi, toprak renginde. " Toprak o andan beri en çok gözlerini seviyordu bedeninde. Gül'ün sevdiği bir şey kötü olamazdı. Keşke Gül kendisini de sevseydi, tamamen severdi belki kendini.

Toprak, koridorda sınıfa doğru gelen ayak seslerini duyunca gerginleşip çiçeği sıranın altına koydu. Heyecandan elleri çiçeği tutamaz oldu, az kalsın onu düşürecekti ki zor tuttu.

Gül'ün yürüyüşünü tanıdı adım seslerinden. Hızlı ve minik adımlar. Gül böyle yürürdü işte. Her yere bir acelesi varmış gibi düşünürdü bu hayatta. Sanki bir işi şimdi değil de beş dakika sonra yapsa o iş kaçıp bu evrenden yok olacakmışçasına yaşıyordu hayatını.

Toprak'ın elleri çiçeğe gitti. Gül sınıftan içeri girdi. Güzel yüzünü gördü Gül'ün... Çiçeğe uzandı. Elleri titriyordu. Çiçeğe ulaşacağı sırada koridordan bir öğretmen cıyaklaması yükseldi.

"Zili duymuyor musunuz? Marş okunacak! "

Toprak, bu ani ses karşısında korkudan sıçradı. Bu iyi olmamıştı. Bu hiç iyi olmamıştı. Gül, Toprak'ın sıçrayışını fark etti ve ona baktı.

"Toprak? İyi misin? "

Toprak, bu şekilde düşünülmeyeli uzun zaman olmuştu. En son annesi düşünmüştü onu, bir yurda bırakarak. Bu ona iyi mi olmuştu yoksa kötü mü bilemiyordu ama herhalde ona bakacak biri olsa annesi onu bırakmazdı öylece.

"İyiyim, dalmışım..." dedi Toprak dalgınca. Öğretmen o an orada olmasaydı hayatı çok daha iyi olabilirdi!

Gül gülümsedi. "Ne düşünüyordun? "

"Hiç, öylesine... "

Gül, çantasını kendi sandalyesine koydu ve Toprak'ın önündeki sandalyeye arkasını dönerek oturdu. "Kimse öylesine düşünmez. Her düşüncenin bir sebebi ve amacı vardır."

Toprak anlık bir güçle cesaretini toparladı ve eli sırasının altındaki güle gitti. "Aslında, ben-"

"Sıraya! " diye seslendi koridordaki öğretmen.

Toprak derin bir nefes alarak kaderine razı geldi ve ayağa kalkarak okul bahçesine ilerledi. "Sonra konuşuruz. Sıraya inelim. " Öyle bir şey olmayacaktı. Sonra konuşamayacaklardı bir daha. Gün boyu Gül'ü bir daha asla bu kadar etrafı yalnız bir halde bulamayacak ve onunla konuşmak için gereken cesareti kendisinde bulamayacaktı.

Sıraya indiler ve okul müdürü haftanın başlangıcı ile ilgili bilgileri veren bir konuşma yaparak kısaca şikayetlerini belirtti. Ardından tüm okul, tek bir ağızdan marşlarını okudular.

Sınıfa doğru sırayla ilerlerken Toprak mutsuzdu. Etrafındaki tüm yollar kapatılmış bir labirentte gibi hissediyordu kendisini. Sanki duvarlar üstüne geliyor, onu ezmek için can atıyorlardı! Bir saat kadar önce Toprak, duvarlara kafa tutabilecek seviyedeyken şimdi duvarların üstüne yıkılmasına ihtiyacı var gibi hissediyordu. Tüm şansını kaybetmiş gibiydi. Sanki hayatı boyu bir daha asla yüzü gülemeyecekti!

Bir anlığına Gül'ü gördü Toprak ve yüzü tan saatinde güneşin ufuktan doğduğu an olduğu gibi parlamaya başladı birden. Gülümsedi. Gül, arkadaşına bir olay anlatıyordu. Toprak'tan haberi bile yoktu. Toprak ise Gül'ün anlattığı hikayeye kulak misafiri oldu ve gizlice güldü. Oysa Gül'ün o güzel kara gözlerine bakarak gülebilmeyi ne isterdi!

Sınıfa yerleşti tüm sınıf ve herkes kendi arasında muhabbet ederken öğretmenin gelmesini beklediler.

Gün kendi sıkıcılığında geçti. Toprak okulu hiçbir zaman sevmemişti. Ta ki Gül ile tanışana dek...

Toprak okula gelmeyi seviyor, ders işlemeyi sevmiyordu. Toprak Gül'ü görmeyi seviyor, Gül ile alakalısı olmayan her şeyden inanılmaz bir bıkkınlık duyuyordu.

Öğle arasında, Toprak kendi kendine; yaşamaya devam edebilmek için bir şeyler yemeye çalışırken Gül ile bir arkadaşının konuşmasına kulak misafiri oldu.

"Gül, Bulut senden hoşlanıyormuş? Sen ne düşünüyorsunuz?"

Toprak ister istemez kasıldı. Gül'ün onu sevmemesine katlanabilirdi ama başkasını sevmesi ihtimali bile onu yok ediyordu. Belli etmeden kulak kabartarak Gül'ün cevabını bekledi.

"Bilemiyorum, ben bu yaşta; özellikle de sınav senesinde böyle bir olayı yanlış buluyorum. Üniversiteye geçip kendi rahatımı edinene kadar kim gelirse gelsin sevgili sahibi olmayı düşünmüyorum. "

Toprak hem sevinmiş hem de üzülmüştü. Nasıl bir duyguda olmalıydı? Bir yıl daha bekleyebilirdi, yeter ki Gül onu sevsindi.

Evet, bir yıl daha bekleyecekti. Gül istediği üniversiteyi kazanacak ve Toprak da ona açılacaktı! Sabredebilirdi!

Gül ve arkadaşı gider gitmez Toprak, sabah aldığı çiçeği hızlıca çöpe attı ve çiçek hakkında dedikodu çıkmaması için de kimsenin görmemesi adına çiçeği parça pinçik etti.

Toprak bekledi. Gül'ü hep bekledi. Bir saat bekledi, bir gün bekledi, iki, üç, dört, beş, hatta altı ve yedi gün bekledi.

Ama Gül bekleyemedi.

O günden tam bir hafta sonra, pazartesi günü Gül okula Bulut ile el ele tutuşarak geldi.

Toprak önce gözlerine inanmadı. İnanamadı değil, inanmadı. 

Toprak sonra kulaklarına, duyduklarına inanmadı.

Toprak hiçbirine inanmadı. Hayır, dedi. Gül yapmaz ki, bekleyecekti o?

Toprak, Gül'ün bir sevgilisi olduğunu en sonunda kabullenene kadar gün sona ermiş, dersler art arda dokuz taşa çarparak şelaleye düşen nehirin suları kadar hızlı akmıştı.

Toprak eve giden yolda kavrayabildi, Gül'ün bir sevgilisi vardı! Bunu düşündüğü an Gül ve Bulut'u el ele görmek onu yaralamıştı.

Toprak'ın kalbi her bir odacığından teker teker bombalandı adeta. Ölüyor gibi hissetti ama kimse onu gömmek için adım atmadı. Ya ölmemişti ya da kimse onu görmüyordu, bir hayalete dönüşmüştü belki de?

Kalbinde hissettiği acı öyle gösteriyordu ki ikinci ihtimal daha mantıklıydı.

Toprak o gün eve gidip ağladı. Sadece ağladı. Gül hani bekleyecekti? Toprak beklemişti, Gül niye beklememişti?! Böyle mi sonlanmalıydı ikisinin hikayesi? Böyle mi sonlanacaktı ikisinin hikayesi!

Toprak'ın kafası öylesine bozulmuştu ki kafasına fevkalade saçma fikirler üretiyordu. "Bulut'u tehdit etsem, ayrılsalar?"

"Ayrılmaları için bir şey yapsam? "

"Büyücüye mi gitsem? "

Toprak'ın kafası, kendi şirketi önünde rezil edilmiş bir yönetici kadar bozulmuştu. Öyle ki gece gözüne uyku girmedi. Gözü kırpılmadı bile. Öylece durdu. Gün doğdu, yataktan kalkmak istemedi. Toprak okulu sevmezdi ki? Gül'ü severdi ama Gül onu sevmezdi? Demek ki okulun bir anlamı kalmamıştı...

Mecburen yatağından kalktı ve kendini zorlayarak hazırlandı. Yüzünü yıkadı, okul kıyafetlerini üstüne geçirdi, saçlarına dokunmadı bile ve sırtına çantasını tırmandırarak okul yolunu tuttu.

İsteksizdi, Gül'e karşı olan tüm şansı yok olmuştu... Neden yaşıyordu ki o zaman?

Okul yolu ona cehennem gibi geldi. Hareket etmek, kaslarının kasılması bile ona batıyordu. İstemiyordu. Hiçbir şey istemiyordu. Yaşamak, nefes almak istemiyordu.

Okulun merdivenleri bedenini öylesine yordu ki kalbi duracak gibi oldu. Sınıfına ağır ve yorgun adımlarla ilerledi ve sırasına geçtikten sonra yarım saat boyu dinlendi. Devasa bir dağa tırmanmış gibi hissediyordu. Öylesine yorgundu, öylesine bitkindi...

Gül yine Bulut ile el ele geldi okula. Bir sonraki gün de öyle oldu, bir sonraki gün de...

Aradan koca bir ay geçti. Toprak, acısı azalır sandı; azalmadı ama acıya alıştı. Kalbi her gün tekrardan kasılıyordu, eciş bücüş oluyordu ama alışmıştı acıya.

Aradan bir ay daha geçti. Üniversite sınavı yakındı, Gül ders ile olan ilişiğini tamamen kesmiş ve tek odağı sevgilisi Bulut olmuştu.

Aradan bir hafta geçti ve karmaşık bir güne uyanıldı. Gül ile Bulut devasa bir kavga ile ayrılmışlardı.

Gül okula ağlayarak geldi. Toprak'ın kalbi hiç bu kadar acımamıştı. Gül ve Bulut barışsaydı, yeter ki Gül üzülmeseydi!

Toprak Gül'ün yanına gitti, ona dert ortağı oldu. Gül'ün yaşaması gereken hüznü yaşamasına izin verdi.

Aradan bir ay geçti. Tüm okul Gül'e sırtını dönmüş, Bulut'a yönelmişti. Bir tek Toprak Gül'e sırtını dönmemişti.

Gül'ün tek yakını o kalmıştı.

Toprak bu süreçte Gül'ü sakinleştirmeyi, hatta mutlu etmeyi başarmıştı. Birlikte konuşuyor, muhabbet ediyorlardı. Hatta birlikte tiyatroya bile gitmişlerdi. Gül'ün yüzü gülüyordu. Gül'ün yüzünün gülmesi Toprak'ın neşelenmesine yeterdi.

Aradan bir ay daha geçti.

Üniversite sınavı.

Gül de Toprak da sınava çalışamamışlardı. Sosyal hayatları her zaman derslerinin önüne geçmişti.

İkisi de sınavda başarılı olamadı.

Aradan bir ay geçti.

Aradan bir ay daha geçti.

Sınav sonuçları açıklandı, yerleşme yerlerine karar verildi ve üniversitelere yerleşildi.

Gül ve Bulut bu süreçte barışmıştı. Aynı üniversitenin aynı bölümüne gitmişlerdi ve Toprak da aynı üniversitenin farklı bir bölümüne yerleşmişti.

Toprak ne kadar Gül ile konuşmak istese de sanki Gül'ün tüm zamanı Bulut için ayrılmış gibiydi. Gül sürekli Bulut ile vakit geçiriyor, sadece Bulut ile konuşuyordu. Sanki Bulut dışındaki herkese kör, sağır ve dilsizdi.

Toprak Gül'ü hep bekledi. Gül ona geldi, Toprak bekledi. Gül gitti, Toprak yine bekledi.

Aradan birkaç ay geçti, Toprak bekledi. Gül, çok uzun zamandır sadece Bulut ile takıldığı için davranışları da Bulut’a benzemeye başlamıştı. Bulut hız tutkunuydu. Babasının kaliteli ve oldukça da pahalı arabasını kaçırıp sürekli Gül ile dolaşır olmuşlardı.

Toprak ne yapacağını bilemiyordu. Gül gerçekten de birkaç sene öncesindeki o kız değildi. Çok değişmişti. Bu değişim öylesine fark edilir olmuş ve rahatsızlık vermişti ki Gül’ün eski arkadaşlarından hiçbirisi kalmamıştı geriye. Toprak çığlık atmak istiyordu. Sırf Gül ile yakın olmak için onun gittiği üniversiteyi seçmişti. Gül ise Toprak’a yakın olmak şöyle dursun, adını hatırladığı bile şüpheliydi.

Bir gün yemekhanedeyken Toprak Gül’ü gördü. Yalnızdı ve canı sıkkın duruyordu. Cesaretini o lise sabahı olduğu gibi toparladı, ayağa kalkarak adımlamaya başladı. Gül’e giden yolların hayatına getirdiği o ışıltı geri gelmişti. Sanki yürüdüğü yollar yeşillenmişti, her bir adımında renk cümbüşüne dönüyor, harika çiçekler açıyordu yemekhanenin beton zemininde.

Toprak Gül’ün karşısına oturdu. “Selam Gül, nasılsın?” sesinin titrememesi için özel bir çaba göstermişti.

Gül ona baktı. Önce tanımıyormuş gibi baksa da sonra gözleri ışıldadı. “Gözlerin hala toprak renginde.” Yavaşça gülümsedi.

Gül ve Toprak uzun zaman sonra doğru düzgün sohbet edebilmişlerdi. Gül şaşırtıcı bir şekilde eskiden olduğu gibi, aynı sıcaklığıyla yaklaşmıştı Toprak’a. Gözleri parıldıyordu ikisinin de. Kim bilir? Gül belki eski günleri özlemiş, şimdiki yaşantısından nefret eden bir durumdaydı?

Toprak Gül ile neşeyle konuşurken bir şey fark etti. Eski Gül’de olmayan bir şey.

Gül ne kadar gülümsese de gözleri hüzünlüydü. Öleceğini bilmesine rağmen cepheye koşan bir askerin gözlerindeki duyguya benziyordu bakışları. Toprak bunu fark ettiği an kaşları çatıldı. “İyi misin sen?”

Gül önce şaşırdı, sonra sakince soludu. ”İyiyim. Neden sordun?”

Toprak endişelenmişti ama belli etmemişti. “Öylesine sordum. Sen iyiysen sıkıntı yok.” Gül iyiyse sıkıntı yoktu. Gül güldüyse tüm dünya gülerdi; hava açar, çocuklar etrafta neşeyle koşturur ve dünyanın tüm kitaplarına sahip bir kitapsever kadar neşeli olurdu dünya. Gül mutsuzsa hava kapanır, öfkeli yağmur damlaları yeryüzüne iner; hava her zamanki gri halini daha da koyulaştırır, dünya tersine dönerdi.

Gül ve Toprak yarım saat kadar muhabbet ettiler. Yemekhanenin kapısından Bulut girince muhabbetleri doğal olarak bölünmüş oldu. Gül tüm odağını Bulut’a çevirdi ve tamamen yabancı birine dönüştü.

Toprak üniversiteden ayrıldı ve evine gitmek için motoruna doğru ilerledi. Lise harçlıklarından ve elinden gelen tüm işleri yaparak kendine siyah, güzel bir motor almıştı. Gül bir keresinde bir arkadaşına siyah motorları çok güzel bulduğunu söylemişti. Buna kulak misafiri olan Toprak da parasını biriktirip siyah bir motor almıştı kendine.

Toprak kaskını taktı ve motoruna yerleşti. Tam o sırada Bulut’un arabasının yanından geçtiğini gördü toprak gözleri. Arabanın içinden bir tartışma sesi duyuyordu. Gül’ün konuşması ile gayet gerilmişken şimdi tüm bedeni kasılmıştı. Motoru hızlıca çalıştırarak aracın peşinden gitti.

Toprak’ın motoru ve araba yaklaşık yarım saat yol gitti. Araba şehir dışına giden yola girdiğinde Toprak iyice gerilmişti.

Hemen önündeki araba direksiyon hakimiyetini kaybedip yol kenarındaki şeritlere yüksek bir hızla çarptığındaysa kalbi durdu.

Trafik durdu, Toprak durdu, hayat durdu. Her şey yavaşladı.

Aradan yarım saat geçti. Yoldaki diğer insanların araması sonucu ambulans geldi. Fakat nafileydi. Toprak biliyordu. Düşünmek onu ne kadar hırpalasa da Gül o arabada son yolculuklarından birine gitmişti. Gül yaşamıyordu, biliyordu.

Kalbinin yanında atan küçük bir kalbin eksikliğini hissediyordu.

O kalp, Gül’ün kalbiydi.

Aradan birkaç gün geçti. Gül o arabada can vermiş, Bulut yaralı çıkmıştı.

Toprak kendini sevdiğinin cenazesinde bulana kadar olayın gerçekliğini kavrayamamıştı. Gül ölmüştü. Ona bir daha kimse bakıp “Toprak gözlü.” Demeyecekti. Gül yoktu artık. Evrende sürdürebileceği bir varlığı kalmamıştı.

Cenaze boyu en arkada durdu, usulca ağladı. Bazı dedikodular kulağına işitildi. “Sevgilisi ile hırsızlık yapmışlar, ülke dışına çıkmaya çalışırken kavga etmişler ve kaza yapmışlar.”

Toprak ilk defa Gül ile ilgili olan bir şeyi dinlemek istemedi. Kulaklarının tıkanmasını istedi. Hayır, kulakları yok olsun istedi. Hiçbir şey duymak istemedi. Hiçbir şey istemiyordu. Sadece Gül’ü istiyordu.

Cenaze sonrasında, ortalık insandan arınınca geri geri giden adımlarıyla mezara doğru ilerledi. Bu sefer her adımında çiçekler açmıyordu etrafta. Oysa topraktı her yer, çiçeklerin açması daha mantıklı olmaz mıydı?

Toprak her adımında daha fazla ağladı. Dizleri tutmaz oldu. Birkaç gün önce neşeyle konuştuğu kız şimdi toprak altındaydı.

Toprak mezar toprağını avuçladı. Yıllarca sabretmişti. Sonuç bu muydu yani? Gözyaşları görüşünü bulanıklaştırmıştı. Hıçkırarak ağladı. “Seni toprak gözlerime gömecektim ben, toprağa değil!”

Toprak orada hava kararana kadar durdu, ağladı. Tek isteği Gül’dü. Başka bir şey değil. Gül.

Kafasını kaldırıp mezar taşında yazan “Gül” ismine bile bakamıyordu.

Toprak o gün orada durdu. Bir sonraki gün de oradaydı. Bir sonraki gün de ve bir sonraki gün de. Orada durdu, hareket bile etmedi. Sanki Gül sokağın köşesinden çıkacakmışçasına bekliyordu.

Sabrediyordu. Yine sabrediyordu.

Toprak kendini o kadar hırpaladı ki sevdiğinin mezarının başında, oracıkta can verdi. Birkaç gündür hiçbir şey yememiş, içmemişti. Arkasından “Açlıktan öldü.” Diyeceklerdi ama açlık, Toprak’ın umurunda bile değildi. Üzüntüsü onu mahvetmişti.

Son anlarında kimse yanında değildi ama havaya fısıldadığı “Gül ile buluşacak mıyım?” sorusu ona eşlik etti.

O gün orada ölen kişi sadece bedenen öldü. O kişi ise lisenin en başında ölümünü yazmıştı kaderine. Ruhen kendini defalarca öldürmüştü. Sabretmeye çalışırken kendi ölümünü defalarca kez yazmıştı.

O gün Toprak o çiçeği Gül’e verseydi şimdi böyle olmayacaklardı. Gül Toprak’ı seviyordu ama bunu ikisi de çok geç fark etmişti.

Bazen sabır en mantıksız seçim olurdu.