Trabzon'un dağları, kemençe ve silah sesine aşıktır. Yeşilin en ahenkli danslarını kemençe eşliğinde binbir çeşit ağacın dallarında izlersiniz. An gelir güneş yakar kavurur, an gelir "Ha bu güneş neredu?" diye içinizden geçirirsiniz. Sabahları, karınlarını doyurmak için ailenin en küçük çocuğunun önüne katıp yol aldırdığı ineklerin sesiyle gözünüzü açar, en müstesna yaradılış varlığı olan Trabzon'un dağlarını selamlarsınız. Bazen de çilli horozun bitmek bilmeyen sesine kulak verir, "Sabah ezanı okundu okunacak." diye düşüncelere dalarsınız. Bu Trabzon dağları ki; kimleri tanımıştır, kimlerle sırdaşlık etmiştir, üstünde ayak izi bulunan kişiler ölmez namlarını ebediyete armağan bırakarak müsterih uykularına dalmışlardır. Kaç sevda üzerine yazılmıştır. Geride kalanlara cesareti, dürüstlüğü, vefayı, samimiyeti ve tebessümü emanet etmiştirler.


Gece olunca Trabzon'un dağlarının başına bir taç gibi gelip oturan dolunayı izlersiniz. Biraz sonra duman gelip bastırır ve önünüzü göremeyecek hâle gelirsiniz. Kuzineyi yakar, üstüne bir çay koyarsınız ve yanınızdakilerle birlikte "Ey gidi günler, aca var miydunuz?" girizgahıyla anlatılmaya başlanan hatıraların içinde yol alırsınız. Bir lahzada yağmur yağmaya başlar. Kuzinenin deliğinden duvara yansıyan ateş, yağmurun sesi ile el ele tutuşup dansın şahikasına vasıl olur. Şehir hayatının gürültüsünden sonra, sükûtun başkenti olabilecek böyle bir ortamda bulunmak insanı değişik duyguların içine hapseder. İster istemez her şeyden soyutlanarak insan kendine doğru yolculuğa çıkar...


Ve bir müddet sonra Trabzon'un dağlarında gönlünüzden şu düşünceler dökülüverir: Bencil görüşler altında, güncel zamanın içi boşaltılmış hayat düzenine uymak için asli kültürünü bir kenara bırakıp dünyaya menfaat penceresinden bakan suni insanlardan uzakta; davranışların sahte, gülüşlerin yapmacık olmadığı; sevdaların maddiyata, saygının güce dayanmadığı, "memleket" kelimesinin en çok yakıştığı Trabzon'un dağlarındayım... Burada insanların bakışlarında merhameti, seslerinde samimiyeti, duruşlarında vefayı bulursunuz. An gelir, çayınızı içerken karşınızdaki asırlık çınarın gözündeki özleme bakarsınız, kendinizi hatıraların bir başka ders alınacak kısmının içinde gezinirken bulursunuz. Bu dağlarda geçmiş zamandaki dostlukları, insanların birbirlerini sahiplenmelerini, sevdikleri tarafından incitilseler de onları incitmekten korktuklarını imrenerek dinlersiniz. Sonrasında bir iç çekerseniz: "İyi ki bu dağlarda doğdum, iyi ki benlikten uzak 'biz' diyebilen böyle bir çevreye mensubum." dersiniz...



Fotoğraf: İnan Kalyoncu