Olup bitenlerin ardından olanların muhakemesini yaptığında insan bir yerde , bir noktada bir çıkış/kaçış bulur kendine ve okları ikinci tekil şahsa çevirir biten ilişkide.

Ben bu gece bunu yapmadım aslında genel olarakta böyle bir ruh hâli içinde hiç olmadım. Biten bitti giden ise gittikten sonra bunları çok irdelemenin bir anlam ifade ettiğine inananlardan değilim ya da etse bile yaşanan gerçekliğe etki edeceği sanrısına giremiyorum.


Ne seni suçladım kısacası , ne de kendime dokundurdum. İnce ince yağmur taneleri gibi çiseledin üzerime ve ben senin saçlarımdan burnumdan gözbebeklerimden tane tane yere düşerken hiçbir zerreni elimle yakalamaya da çalışmadım. 

İyicene mi düşündüm seni yoksa kötücene mi, yaşadıklarımıza mı tebessüm ettim yoksa yaşayamadıklarımıza mı içerledim ? Onu da kestiremedim. 

Bir martının gökyüzünde süzüle süzüle uçmasını seyrediyorsun veya raylarda bir tren ilerliyor içerisinde yolcuları var trenin ama ben değilim hiçbirisi.

Başak tarlaları arasında rüzgar sürtüne sürtüne geçiyor yanaklarımı, ellerimi uzatıyorum ama dokunamıyorum hiçbirisine...

İnsanın biten bir şeye takılıp kalması , takılıp kalmasa bile oralarda gezinmesi ya da ara ara yâd etmesi var olmanın dayanılmaz hafifliği midir yoksa yok oluşun ağır boyunduruğu mu? 

Her güzel hissin arkasından diyetini neden ödemek zorunda kalır insan ? ve en çokta kabuğuna çekilişlere içerliyorum galiba, insanlar çabuk pes ediyorlar. Tüketme konusunda başarılı olduğumuz ve tükettikten sonra da kendimizi tekrar yenileyememe konusunda muazzam bir yeteneğe sahibiz bilemiyorum belki de yeteneksizlik diye tanımlanabilir. İnsanın hayatındaki en büyük trajedi istediğini elde edememek ve diğeri ise elde etmektir der Wilde... Shaw ise , kalbinizdeki tutkuyu kaybetmek ve geri kazanmanın hayatımızın en büyük trajedileri olduğunu söyler. Birisi onlara zaten üçüncü bir seçenek olmadığını söylemeliydi diye düşünüyorum belki de bir şey istememelisiniz çünkü boş... bizi de yormayın demek istediler, kim bilir?