25.12.21


Çok garip değil mi? Oğuz Atay'ın yürüdüğü ağaçlı yollardan geçmek, ancak onun gibi bir beyaz yakalı olmaktan korkmak ve en sonunda ona dönüşmek… "Kötü resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım..." diyor ya, bize yurtlarda istesek de resim astırmazlar, konuşturmazlar. Kafeleri de birer birer kapatıyorlar, artık kampüsün her yeri; kafamızı eğip ders çalışacağımız monitörün karşısında saatlerimizi çürüttüğümüz hem umut, hem işkence yerlerine dönüştü. Buraya gelince mutlu olurum sanıyordum ama daha üzgün ve stresliyim. Kaygılarımdan kitap bile okuyamamaya başladım. Öyle ki İki Şehrin Hikayesi’ni anlamadım bile, belki de çevirisi kötü olduğundandı, bilmiyorum (kitabı şimdiki ekonomiye göre oldukça iyi bir fiyata almıştım, sanırım on liraydı). Bundan nasıl kurtulurum, bilmiyorum. Oysaki çocukken soğuk kış günlerinde ailem televizyon izlerken yanlarında kitap okumak, yapmayı en çok sevdiğim aktivitelerden biriydi. Düşüncelerimi susturup kitabın içerisine öyle girerdim ki televizyondaki saçmalıklar okumamı bölemezdi. Yakın zamanda, pandemi güya etkisini azaltmadan ve biz üniversitelere dönmeden önce bu becerimi tekrar kazanmayı denemiştim ama olmuyordu. Odaklanmaya her başladığımda ya o aptal yaz dizilerindeki çok güzel insanların (tabii ki dış görünüş olarak) kurduğu avam diyaloglar ve kötü oyunculuklar ya da babamın bunları pürdikkat izleyip gülmesi, sinirimi bozuyordu. Babamın en sevmediğim özelliklerinden birisi de bu; işten gelir, televizyon izlemeye başlar ve televizyonun içine öyle bir girer ki benim ve annemin ancak beşinci seslenişinden sonra aramıza döner. Bu manzara hâlâ 500 km ötemdeki aile evinde ve belki de başka evlerde yaşanıyor ve neyse ki artık buna şahit olmuyorum. Duyulmak istediğinde duyulmamak, görülmek istediğinde görülmemek insanı yıpratıyor.


Bu dikkat dağınıklığı, üzüntü ve kaygı için psikoloğa gitmeyi düşündüm ama çok pahalılar. Birçok insan aslında terapiye ihtiyacı varken pahalı oldukları için devlet hastanelerinin psikiyatri servislerine gidiyor ve ilaç içmeye başlıyorlar. Bana, terapi almadan ilaç tedavisi görmek, sorunlarını maskelemek gibi geliyor, cahil cahil konuştuğumu biliyorum ama ne yapayım. Gariptir, antidepresan içmek beni korkutuyor. İnsanı çevresindekilerin farkında olamama haline sokuyormuş gibi geliyor. Aynı sebeple zihinsel hastalıklardan da korkuyorum, insanı çevresini fark etmekten alıkoyduğu için.


Dünya boktan bir yer, depresyonda olduğum için falan değil, dünya gerçekten eşitsizlik, açlık, tecavüzle dolu boktan bir yer. Dünyada pedofili diye bir kavram var bir kere, bu tek başına dünyayı gerçekten boktan kılmaya yeter. Hepimiz bu bokun içinde boğulan zavallı küçük varlıklarız. Kimimiz o pisliği sanatla, bilimle, aktivistlikle temizlemeye çalışıyor; hepimiz arada nefes aldığımız küçük özgür anlara ulaşmak için seviyoruz, hobi ediniyoruz, sevişiyoruz, çocuğumuz oluyor belki de ve gezdiğimiz yerler, içtiğimiz içkiler... ancak işin sonunda hâlâ aynı yerdeyiz, temizlenmesi mümkün olmayan o bokun içinde. Neden böyle değilmiş gibi mutlu olayım ki. İlaçlarla ilgili endişelerim ve küçükken yaşadığım bir olaydan ötürü devlet hastanelerinin psikiyatristlerine pek gitmek istemiyorum.



İlkokulda akran ve hoca zorbalığı sebebiyle saldırgan bir çocuğa dönüşmüştüm. Beni döven, lakaplar takan son derece normal (!) ilkokul hocam bendeki sorunu fark etmiş olacak ki anneme bir doktora danışmasını söylemiş. Annemler de beni psikiyatriste götürdü. O gün daha dün gibi aklımda, psikiyatristin önü çok kalabalıktı, en sonunda sıra bize geldiğinde, annem, "Kızım için geldim." minvalinde bir cümle kurduktan hemen sonra doktor "Alınganlık mı var yoksa öfke problemi mi?" diye sordu. Annem, "Öfke problemi." deyince, "Bu kızınızın çözebileceği bir problem değil, size bir ilaç yazıyorum..." ile başlayan bir cümle kurmuştu. Anının devamı bende yok maalesef. Bu kısım ise tüm berraklığını koruyor, ilk defa farklı olduğumu, sorunlu olduğumu hissettiğim için belki de. Annem bir süre verdiği ilacı içirmiş ancak beni uyku sersemi bir hale soktuğunu fark edince bırakmış. Saldırgan olduğum için bana ilaç verip sakinleştirmek istemeleri çok normal ama bana saldıranları da görselerdi keşke. Neyse ki bu yılların üstünden geçeli çok oldu ve artık öfke problemim yok ama başka problemlerim var. Bu problemim için de burada günlük tutarak içimi dökmeye ve biraz olsun rahatlamaya karar verdim. Arada sırada, büyük ihtimalle haftada bir buraya gelip yaşadıklarımı ve düşüncelerimi yazacağım. Bu 21. yüzyılın ve günümüz Türkiye'sinin zor koşullarına rağmen delirmemeye ve bir şeylere tutunmaya çalışan üniversiteli genç bir kadının hikayesi. Umarım yazıların çoğunda kendi yaşadıklarınızdan parçalar bulmazsınız.