Yaşadıkları göz kapaklarına ağır geliyordu, uyku gözlerinden akıyor ve yırtık gömleğine damlıyordu. Uyumamalıydı, uyursa treni kaçırma ihtimali yüksekti. Ayağıyla ritim tutarak yanında uyumaya çalışan köpeği rahatsız ediyordu, o zaten hep böyleydi; kolayca uyuyabilenlere sinir oluyordu, hayvan ya da insan onun için hiç fark etmezdi. Zaten ikisini de birbirinden farksız görürdü.

İyice canı sıkılmış sürekli oflayıp pufluyordu. Anadolu'da bir öğretmenden çaldığı eskimiş sigarayı yaktı. Belli bir süre içmedi, sigara bitmeye yakınken sanki yıllardır sigara görmemiş gibi son gücüyle içine çekti, biten sigarayı iyice ezdikten sonra köpeğin önüne attı.

Köpeğin uyuduğunu görmüştü, sinirden dişlerini sıktı ve dizine bir yumruk indirdi. Sonra bağıra bağıra "Ankaranın Taşına Bak" isimli şarkıyı söylemeye başladı. Köpek uyanmıştı, hafif bir inleme sesi çıkaran köpek eğer yeterli gücü olsaydı, bu treni bekleyen yolcuyu orada parçalayacaktı. Adam yorgun bir gülüş atıp zamanında Almanya'dan aldığı eski saatine baktı, trenin yirmi dakika sonra geleceğini anladı. Bir nefes dolusu kederi yeniden doğaya kazandırmıştı. İki elini yüzüne kapattı, yüzünü sıkıp sıkıp bırakıyor ve gerinmeye çalışıyordu.

Bir anda yerinden kalktı, bunu gören köpek ürküp yerde sürüklenerek birkaç adım geri gitti. Adam omuzlarını geriye doğru atmış ve içine içine birkaç gülücük atmıştı, belli ki bu ürkme onun hoşuna gitmiş ve gurunu okşamıştı. Yürümeye karar verdi ama hangi tarafa gideceğini bilmiyordu, ilk önce raylara doğru gitti ve saatine bir daha baktı, arkasını döndüğündeyse köpeğin de kalktığını gördü.

Bu onu tedirgin etmişti, hızlı hızlı merdivenlere doğru yürümeye başladı, tam merdivenden inecekken arkasına baktı, köpek salyalarını akıta akıta onu takip ediyordu. Hızlıca merdivenlerden indi ve aynı hızda yürümeye başladı, kirli bir sarı ışığın aydınlattığı tünelden geçti, duvarda yazan yazılar ilgisini çektiği halde okuyamadı. Merdiven bittiğinde kendisi de bitmişti, ağzı kurumuş üstündeki gömlek terden sırtına yapışmıştı. Çantasından su almak için elini sırtına attı ama çantasının sırtında olmadığını anladı. Geri dönmek için arkasını döndüğünde köpeğin de arkasında olduğunu gördü. "Hay amına koyayım senin, tüysüz piç, bu gece vaktinde işim gücüm yok seninle mi uğraşacağım?" dedi ve köpeğin çenesine sert bir tekme çıkardı. Köpek sendeledi ama yere düşmedi, sinirlenmemişti de, artık kabullenmişe benziyordu. Adam yeniden yürümeye başlamıştı, panikten ne gideceği yer ne de tren aklındaydı, sadece yürüyor ve dişlerini sıkıyordu. Arkasına bakmadığı halde köpeğin hala onu takip ettiğini biliyordu, "İki ihtiyar bulduk birbirimizi." dedi. Cevap bekliyor gibiydi, köpeğin cevabı ihtiyarlığın ana dili olan kısa bir inlemeydi. Ne yaptığından haberi olmayan ihtiyar, sadece gülmekle yetindi.


Bir anda arkasından gelen havlamayla irkildi. Köpek, dikenli tellerin ardında yürüyen üç tane köpeğe acıklı acıklı havlıyordu. Bu üç köpek ihtiyar köpeğin eşi ve çocuklarıydı. Ne onlara kavuşmak için telleri zorluyor ne de onlar ihtiyar köpeğe dönüp bakıyorlardı. Karşılıklı bir vazgeçmişlik vardı. İhtiyar gerilip köpeğin çenesine bir kere daha vurdu, bu sefer köpeğin çenesi kanlar içindeydi, bu acı eşini ve çocuklarını unutturmaya yetmişti.


İhtiyar adam bağıra bağıra, "Onlar ailendi değil mi? Ne hatan vardı da bıraktılar seni, şu haline bak, kim bakar sana? Kim yanında bulundurmak ister? Senin içine mi bakacaklar sanıyorsun? Bitmişsin, gücün olmadığı sürece tek başına kalmaya mahkumsun. Gerçi içinde ne olabilir ki senin, acaba aklından neler geçiyor, kan kokusu var hayallerinde. Gözlerinden hissediyorum bunu. Evlatların niye yüzüne bakmadı? Oğlun kan revan içinde yuvaya dönünce ona baktın mı?

Kızına tecavüz ederken gösterdiğin şefkat dışında şefkat gösterdin mi? Batsın böyle şefkat. Karını başkalarından çaldığın leşlerle besledikten ve ona şefkat göstermedikten sonra yüzüne bakacağını mı sandın? Aile küçük bir devlettir. Sen bu devleti kuramadın. Karın belki başka köpeklere gidiyor. Ne yapabiliyorsun? Hiç."

Köpek bu laflardan sonra ağzına dolan kanı kustu. İhtiyar adam iğrenerek birkaç adım geri gitti. Köpek bu şekilde can çekişirken ondan kaçıp kurtulabileceğini düşündü, hızlı ama sessiz adımlarla köpeğin yanından uzaklaştı.

Artık tek başınaydı, gömleğinin yakasını iki düğme daha açtı, elini kalbinin üstündeki bıçak izlerine değdirdi artık yarası dokununca acımıyordu. Ayak üstünde biraz bekledikten sonra "Ankara" yazan panonun önüne oturdu.

Sigara içmek için ceplerini yokladı ama sigarası kalmamıştı, sanki etrafında insanlar varmış gibi çevresine bakındı ve garip bir utangaçlık içine düşmüştü. Elini "Ankara" yazısına dört kere sürdü ve birkaç dakikada bir dönüp dönüp yazıya bakıyordu.

Uzaklardan ayak sesi duydu, oturduğu mermerin ucuna geldi, sağı ve solu kontrol ettikten sonra yeniden arkasına doğru gerindi.

Sağlı sollu insan grupları geçiyordu, hepsinin başı önünde ve elleri ceplerindeydi, hiç kimse birbirine bakmıyordu ve buna rağmen birbirine çarpan olmadı. Artık bu monotonluğa alışmışlardı. İhtiyar adamın gözüne, yanında üç tane valiz taşıyan bir kadın takıldı, hatta onu takip etmeyi bile düşündü ama bunu yapacak gücü kendisinde bulamadı. Bir nefes dolusu kederi yeniden doğaya kazandırmıştı. Ankara yazısının ışığına gelen birkaç sivrisinekten rahatsız olup ayağa kalktı. "Ben leş miyim de bana dadanıp duruyorsunuz?" dedi ince bir sesle.

Biraz uzakta parlayan bir şey gördü. Merakı yorgunluğunu yenmişti ve hızlı adımlarla parlaklığa gidiyordu. Yanından birkaç kişi daha geçti, geçenlerin kadın mı yoksa erkek mi olduğu belli olmuyordu, o kadar kapanmışlardı ki yürüyen koca bir lekeye benziyorlardı.

İhtiyar adam ise yırtık gömleği, kalın kahverengi pantolonu, Alman malı saati ve ayağında tam uymasa da yıllardır giydiği siyah ayakkabıları vardı. Bu ayakkabıların ona şanslı geldiğini düşünecek kadar boş inançlara sahipti. Bu hızlı yürüyüşün ardından hedefine varmıştı.

Ama hedefi onu pek mutlu etmemişti, uzaktan parlak bir mucize ışığı gibi görünen bu şey uzun bir aynaydı, hemen üstünde beyaz bir ışık ile dikkat çekiyordu. İhtiyar adam belli bir süre yerinde kaldıktan sonra aynanın karşısına geçip kendine çekidüzen vermeye karar verdi. Tam aynanın önüne geçtiğinde korkuyla irkildi ve tiz bir çığılık attı, köpek de onunla birlikte gelmiş ve o da aynaya bakıyordu.

"Senden kurtulmak imkansız." dedi ihtiyar adam, artık o da kabul etmişti. Ama elindeki gücü ve içindeki siniri sonuna kadar götürmek istiyordu, gerinip köpeğin çenesine bir tekme daha indirdi. Köpek bu sefer yere çökmüş ve ağlar bir ses çıkarmaya başlamıştı.

"Ben hayatım boyunca ağlayan insanlardan nefret ettim, buz gibi durmak varken neden salya sümük ağlayayım. Artık dünyadaki hiçbir şey beni şaşırtmıyor, ne üzülebiliyorum ne de sevinebiliyorum." dedi ihtiyar.

İkisi de ne yapacaklarını bilmeyerek istasyonda bir ileri bir geri volta attılar. Bu dalgınlıklarını karşı taraftan büyük bir gürültüyle gelen tren dağıtmıştı, trenin kara dumanı ikisinin üstünde bulut olmuş, onları daha da bunaltıyordu.

Trenden inen birkaç kişi diğerleri gibi kafaları önde, elleri cepte, kara bir leke gibi dolaşıyorlardı. İhtiyar raylara bir daha dalmıştı, derken uzaklardan gelen tren sesi ikisini de korkutmuştu. İhtiyar bağırarak "Hassiktir!" dedi.

İki ihtiyar istasyonda konuşmaya başladı, trenin sesi yaklaştıkça daha da hızlanıyorlardı. Merdivenlerden inip tünelde daha da hızlı koşmaya başladılar, ihtiyar sanki cebinde önemli bir şeyler varmış gibi ceplerini yokladı.

Merdivenlerden çıktıklarında karşıdan bir tren hızlıca gelmekteydi, istasyonda durmamıştı; belli ki trene binecek olan tek kişi ihtiyardı.

İhtiyar yerinde dikili bir taş gibi kaldı, her yeri ter içindeydi, gözleri yaşarmış ve saçları dağılmıştı,

köpeğin de adamdan farkı yoktu.

Adam bir anda gözyaşları içinde trene doğru koşmaya başlamıştı, köpek de onun peşinden gidiyordu. Adamın hızına yetişemeyen köpek daha da hızlandı. Tren'in kara dumanı istasyonun kirli, sarı ışığıyla birleşmişti.

İhtiyar adam tren raylarına ramak kala durmuştu. Geçirdiği kriz bitmeseydi raylara bile atlayabilirdi ama bir anda durgunlaştı.

Arkasına baktığındaysa ihtiyar köpek durmadan koşuyordu, duramayacak kadar hızlıydı ve duramadı. Tren raylarının tam ortasına düşmüştü. Bunu görmeyen makinist, köpeği ezip geçti.

Adam gözleri yerinden çıkacakmış gibi oldu, iki eli ile başını sıktı ve olduğu yere diz çöktü.

Anlamsız kelimeler dökülüyordu ağzından, gözyaşları teriyle karışmış, tenini yakıyordu. Tren geçip gitti, köpeğin ezilmiş bedeni raylara yapışmıştı. İhtiyar adam zar zor olsa da raylara indi, sıcak rayların üstünde diz çöktü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. İstasyondan insanların ayak sesleri geliyordu, kimse tepki verip raylara bakmadı sanki duyguları içlerinden alımıştı.

İhtiyar adam raylarda sürünerek köpeğin yanına yattı; gözyaşı, ter, kan, parça parça olmuş bir köpek bedeni... Hepsi birbirine karışmıştı. Adam hala ağlıyordu, artık ne geçmişi ne geleceği düşünüyordu. Köpek ölmüştü, ihtiyar adam da ölümü bir sonraki trenin altında tadacaktı.