dikenli teller miydi engel olan sana?

atının ayağına dolanan akrep mi?

bilinçli edindiğin yorgunlukların mıydı dinlenmek için bahane aradığın?

yolundan alıkoyabilir miydi, yoldaki mayınlarla arkadaşlığın?

daha fazlasını görmesini istediğin gözlerin körlüğü müydü?

kan revan içindeyken toplu iğneyle tutturmaya çalıştığın etin miydi?

neydi vazgeçirmeyen? 

içinde körüklenen o ateşin büyük bir parıltı yaratması ve bu sıcaklığın diğer herkesi ısıtırken sen yakması mıydı?

neydi söyle?

söyle ki bilmenin vermiş olduğunu edinimlerine biri daha eklensin.

kuşların kanadığından karıncanın antenine kadar, tırnağının ucundan, kirpik diplerine kadar, yanardağ eteklerindeki binlerce yıllık sönmüş lavların evrimleşip toprağa karışması,

milyarlarca galaksinin içindeki bir yıldız tozu kadar, hücrelerinin bile sarsılmaz bir inançla inanması mıydı sana?

dört nala koşuyorsun işte...

silahsızsın.

silah dedikleri şeyi çoktan ıskalamış, yerine literatürde olmayan başka cephaneler edinmişsin.

durursan ölümün başka yollarını bulacaksın. 

yaşadığın  tüm ölüm deneyimlerinin sıkıcılığı durduğunda nüksedip ,yeni arayışlar getirecek yaşam soluğuna.

tıpkı yaşamaya bahane arayan ahmaklar gibi...

oysaki sen atının üstünde tüm cephaneni saklayıp orduları birbirine düşüren Truvalı Helen olabilirsin ancak...

ve bu seni hain yapmamalı...

öyle ki herkes savaşın kimin kazandığını umursamadan senin cephanelerinin hikmetini konuşmalı.

kendi ellerini sürmeden öldürmek birini ve gözünden akmayan tek damla yaş, akmak isteyen diğer damlayla yarışmalı...