‘Keşke daha mutlu olmama izin verseydim.' 


Bu cümle topluma damgasını vurmuş birinin değil, hayatının 6 senesini mutsuzlukla geçirmiş, yaralı bir kadının cümlesi. İstanbul’da başlayıp Hindistan’da son bulan 6 senelik bir maceranın özetini, kahramanımız Gilda’nın ağzından okuyacaksınız. 


‘Ben Gilda, esas adım bu değil ama sosyal medyada ve arkadaşlarımın arasında Gilda ismini kullanıyorum. 40 yaşındayım ve orta yaşa gelmiş biri olarak 30’lu yaşlarımın nasıl geçtiğini hatırlayamıyorum çünkü beynim uyuşuktu, ruhum uyuşuktu, kalbim uyuşuktu. Birçok kişinin imrendiği okullarda okudum. Hırslı bir öğrenciydim. Benim lügatimde başarısızlık kelimesi yoktu. İyi bir eğitim hayatından sonra yüksek maaşla başladığım işimde çok hızlı bir şekilde yükseldim. Param vardı, kariyerim vardı, çevremde isimlerini hatırlayamayacağım sayıda çok insan vardı. Genç yaşta iyi kaliteli bir semtte ev bile almıştım. Arabayı zaten söylemiyorum. 32. yaş günümde bir sürü insanın, üç tane doğum günü pastasının ve açılmadan bir kenara konan yüzlerce hediyenin arasında eksik bir şey olduğunu fark ettim. Hayatımda hayal ettiğimden çok daha fazla şey vardı ama başımı yaslayabileceğim bir omuz yoktu. Çocukluğumdan itibaren başarı odaklı büyüdüğüm için okul birinciliklerinden, önemli unvanlardan ve lüks yaşama amacımdan başka gözüm hiçbir şey görmemişti. Yeni yaşımın mumlarını üflerken dilediğim tek şey hayatımda istediğim gibi bir aşk bulmaktı ve ben bunun için çabalayacaktım. 


Aşkın güçle, hırsla ve çalışarak elde edilemeyeceğini bilmiyordum...’ 


İlk iş olarak çevremdeki erkeklere alıcı gözle bakmaya başladım. Birkaçıyla yemeğe çıktım. Ancak ya amaçları farklıydı ya da benim yanımda kendilerini hem kariyer açısından hem de ekonomik açıdan yetersiz buldukları için devamı gelmiyordu. Çoğu buluşmanın sonunda beni çirkin bulduklarını düşündüğüm için birlikte olmak istemedikleri sonucuna vardım ve en sonunda bir gün soluğu estetik cerrahın ofisinde aldım. Burnumu törpülettim ucunu kaldırttım, gözlerim biraz daha çekik hale getirttim, yanak yağlarımı aldırttım ve biraz da dudaklarımı dolgunlaştırdım. Bu birkaç küçük operasyondan sonra istediğimi elde edeceğimden o kadar emindim ki hiçbir değişiklik olmadığını görünce bir şeylerin ters gittiğini anladım. İşe daha geç gidip, daha erken çıkmaya başlamıştım. Ofisteki işlerimi ise asistanlara devredip, internette ilişkilerle ilgili makaleler okuyordum. Okudukça dünyada yeni bir şeyler keşfediyormuş gibi hissediyor ve bir an önce elde etmek için çok daha fazla hırslanıyordum. Ancak, aşkın güçle, hırsla ve çalışarak elde edilemeyeceğini bilmiyordum. 


Zaman geçtikçe arkadaşlarımın çevresindeki kişilere göz dikmeye başladım. İçlerinden bir tanesine delice tutuldum. Hiç baş başa vakit geçirmemiştik ama ben güçlü görünmek için hislerimi belli etmiyordum fakat elimi tutması için deliriyordum. Hayatımda ilk defa birinden sabahları ‘günaydın’ mesajı geliyordu. Bu, şimdiye kadar tatmadığım bir duyguydu. Çalışan hem de çok çalışan anne babanın çocuğuydum. Bana 'günaydın' demezlerdi 'sınavdan kaç aldın?' diye sorarlardı o kadar. Yemek teklifinde bulunduğu gün bir şeyler uydurup ofisten erken çıktım ve tüm günü akşam için hazırlık yaparak geçirdim. Şık bir restoranda, akıcı bir sohbetle eğlenceli bir gece geçirdikten sonra beni evine davet etti. Tüm geceyi onun kollarında, kafamda gelinlik modelleri ve lüks düğün konseptleriyle geçirdim. Sabah bambaşka ve evlilik arifesinde bir kadın olarak uyanacağımı sanıyordum. Evet, bambaşka bir kadın olarak uyanmıştım ama mutsuz bir kadın olarak uyanmıştım. Hayallerimin erkeği, çok özel bir gece geçirdiğimizi ancak hayatında ciddi bir ilişki istemediğini nazik bir dille belirtmişti. Konseptlerimle beraber kendisini bir daha görmemek üzere ayrıldım evden. Artık, sabahları mutsuz ve enerjisiz bir kadın olarak uyanıyordum. Çoğu zaman bir bahane uydurup işe gitmek istemiyor, uzaktan idare etmeye çalışıyordum. Beni her zaman güler yüzlü ve eğlenceli bulan arkadaşlarımla görüşmek istemiyordum. Hatta birçoğu ile ilişkisi olduğu için ya da evli olduğu için görüşmek istemiyordum. Sokakta gördüğüm çiftleri boğmak istiyor, ya benim de olsun ya da hiç kimsenin ilişkisi olmasın diye düşünüyordum. 32. yaş günü dileğimin üzerinden 6 ay geçmişti. Bu süreçte bir uzmandan yardım almaya başladım. Ancak ben bu ruh halinden kurtulmak için yardım istemiyordum. Ben hayalimde canlandırdığım adamı bulup aşık olmak sonra da onunla evlenip aile kurmak için yardım istiyordum. Terapist bu konuda yardımcı olamayacağını söyleyince bir daha kendisine gitmedim. Bu esnada en yakın arkadaşlarımdan birinin vasıtasıyla çok ünlü bir falcının yolunu tuttum. Bir beyaz yakalının ortalama bir maaşı kadar ücret ödedim ama bana tam 1 sene sonra evleneceğimi, iki çocuğumun olacağını ve müstakbel eşimin adının içinde 'b' harfi olacağını söyleyince verdiğim tüm para helal olsun diye düşündüm. Çok uzun zaman sonra ilk defa mutlu ve umutlu çıkmıştım oradan. Enerjim yeniden yükselmişti, işe yine istekli gitmeye başlamıştım, arkadaşlarımla yine sık sık bir araya geliyordum, çok iyi bir terfi ile birlikte artık genel müdür olmuştum. Şoförlü arabam, aldığım ikinci evim, ayda bir gittiğim tatiller...Hayatı bir an önce tüketmek istiyordum çünkü falcıya göre 4 ay sonra evlenecektim. Hayatımda biri yoktu ama nasıl olsa çok yakın bir zamanda karşıma çıkacaktı. Kalan günlerimi adeta bir parti havasında yaşarken yavaş yavaş endişe çanları çalmaya başlamıştı. Falcının verdiği tarihe iki aydan az bir süre kalmıştı ama ben hayatımın aşkıyla hala karşılaşmamıştım.


'Ümitsizdim ama direniyordum'


Böylece 33. yaşıma yine bekar ve aşksız olarak girdim. Arkadaşlarım her zamanki gibi benim için büyük bir kutlama hazırlamışlardı ama o kadar mutsuz ve yaşamdan soğumuş haldeydim ki mumları üflerken sadece mutsuz olmamayı diledim.Bir senem iş yoğunluğu ile, yurt dışında yapılan toplantılara katılmakla ve kalan zamanlarda aşkın nasıl bulunacağına dair kitapları okumakla geçti. Ümitsizdim ama direniyordum. 35. yaş günümde artık yolun yarısına gelmiş olmamdan mıdır nedir bilemem yeniden bir heyecan hissetmeye başlamıştım. İnternette araştırma yaparken Bursa’da çok ünlü bir falcı olduğunu ve gidenlerin yazdığı yorumlardan falcının nokta atışı yaptığını öğrendim. Yurtdışındaki müdürüme yine bir bahane uydurup arabaya atladığım gibi soluğu Bursa’da aldım. Önceki gittiğim falcılara göre çok daha iyiydi. Üstelik bana son derece nazar değdiğini, bu yüzden hayatımın aşkını bulamadığımı söyledi. Ufak bir meblağ karşılığında baktığı falla birlikte kurşun da döktürdüm. Hazır, Bursa’ya gitmişken ne kadar türbe yatır varsa hepsini dolaşıp adaklarımı adadım ve dönüş yoluna geçtim. Falcı, çok iyi bir işim olduğundan hayatımın aşkını bulamamış olmama kadar her şeyi bilmişti. Mutlu sonun çok yakında gerçekleşeceğini söyleyip bana yine umudun merdivenlerinden çıkmam için güç vermişti. Ancak 6 ayın sonunda hayatımda hiçbir değişiklik olmamıştı. Hatta hayatım çok daha kötüydü. Hayatımda ilk defa iş yerinden uyarı almıştım. Çalışmıyordum, yemiyordum, içmiyordum, kimseyle görüşmüyordum. Tek yaptığım şey internet üzerinden ya yeni adamlarla tanışıp her seferinde hayal kırıklığına uğramak ya da mükemmel ilişkinin nasıl olduğunu araştırmaktı. Kendimi çoğu zaman kozasını bir türlü yırtıp çıkamayan kelebek gibi hissediyordum. Hayatımdaki güzellikleri, geçen saniyeleri göremeyecek kadar sıkışmıştım.



'Beni ayakta tutan, beni besleyen şey öfke ve acıydı.'         


37. yaş günümden hemen sonra nazik bir mesajla işten çıkarıldığımı öğrendim. Böyle bir durum çok önceden olsa hayat damarlarımdan biri kesilmiş gibi hisseder, yaşayamazdım. Ailem beni acımasızca eleştirir ve hiçbir destekte bulunmazdı. Şimdi ise umurumda değildi. Bir miktar param vardı. Bu parayı yaklaşık 8 ay boyunca ülkenin çeşitli yerlerindeki falcılara, kişisel gelişim uzmanlarına, ilişkilerle ilgili seminerlere, önceki hayatı şifalandırma çalışmalarına harcadım. Sürekli depresiftim, hırçındım, evli ve mutlu arkadaşlarımın hepsinden nefret ediyordum. İçimdeki bu olumsuz duygularla özdeşleşmiştim artık. Beni ayakta tutan, beni besleyen şey bu öfke ve acıydı. Ailem halime çok üzülüyordu, arkadaşlarım benimle görüşmüyordu ve artık yemek yiyebilecek kadar bile param yoktu. Hayatımdan vazgeçecektim ama aşkı bulamadığım için hırslanmıştım, o yüzden de hayatı terk etmek istemiyordum. Ya ben kazanacaktım ya hayat! Her şeyimi tükettiğimi düşündüğüm bir anda internette bir makale okudum. Makale, Hindistan’ın Varanasi şehrine bağlı bir kasabadaki mucize su ve Hint ressam Amrita Sher-gil’in ‘Gelin Hamamı’ isimli tablosuyla ilgiliydi. Makaleye göre bu sudan içip tablonun önünde dilek dileyen herkesin dileği bir ay içinde kabul oluyordu. 


Makaleyi okuduktan sonra kendime bir söz verdim. Makalenin yazdığı yere gidecektim ama bu son olacaktı. Değişen bir şey olmazsa ailemin yanına yerleşip depresif hayatımın sona ereceği günü bekleyecektim. Ailemden borç para aldım ve 1 hafta içinde seyahat hazırlıklarını tamamlayıp yola koyuldum. Hindistan, görmek isteyeceğim ülkeler arasına hiç girmemişti ama böyle bir vesileyle gelmek, Hindistan’ın gözümdeki değerini epey yükseltmişti. İlk gün dinlendikten sonra ertesi sabah hiçbir şey yemeden otelin önüne inip beni kasabaya götürecek şoförü beklemeye başladım. O geciktikçe hayatımdan bir şeyler azalıyormuş, bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi hissedip daha da sinirleniyordum. Şoför hem güleryüzle hem de mahçup bir bakışla gelip beni aldı. Yaklaşık 50 dakikalık bir mesafeden sonra beni kurtaracağına inandığım kasabaya giriş yaptık. İnsanların ev dedikleri yer üç duvarı olan, kulübe gibi yerlerdi. Her yer toz topraktı. Hiç yeşillik yoktu. Bu kasabada yaşayan insanların sanki yeşil renkten haberi yoktu. Yerlerde oturan insanların önünden geçerek tapınağa ulaştık. Ritüellere uygun olarak önce verdikleri kıyafeti giydim. Sonra mucizevi çeşmeye doğru yürümeye başladım. Tarif edemeyeceğim derecede kötü bir koku vardı. Midemin bulantısı dayanılmazdı ama ben kendimi tüm zorlukları göze almış bir kahraman gibi hissediyordum. Ağzımı burnumu kapatıp görevlilerin verdiği bardakla çeşmeye gittim. Söylediklerine göre sadece bir bardak içmem gerekiyordu. Ama ben işimi garantiye almak için 4 bardak içtim ve Amrita’nın tablosunu görmek üzere içeri girdim. Rivayete göre Amrita, 28 yıllık kısacık yaşamını aşksız ama çok mutlu geçirmiş. Kalbi, dünyadaki tüm aşkları barındıracak kadar büyük olduğu için evlenmek isteyen kızlar bu tablonun altında dileklerini dilerlermiş. Amrita’nın bakış açısının tersine tablodaki kadınlar mutsuzdu. Bir an için onlardan biri olduğumu düşündüm. Dileğimi, net anlaşılmış mıdır endişesiyle görevli beni uyarana kadar defalarca tekrar ettim ve oradan ayrıldım. Otele döndüğümde içimde çok uzun zamandır hissetmediğim bir huzur vardı. Şehri gezmeden önce biraz dinlenmek için uzanmıştım ki şiddetli bir mide bulantısı ve baş dönmesi başladı. Elimi telefona zorlukla uzatıp resepsiyonu aradım. 


'Keşke daha mutlu olmama izin verseydim' 


Uyandığımda kendimi kötü kokulu bir hastane odasında, burnumda kocaman bir hortum, kolumda kocaman bir serumla buldum. İçtiğim su yüzünden zehirlenmekle kalmamış bir de bakteri kapmıştım. Kendimi fiziken halsiz, ruhen ölmüş hissediyordum. 38. yaşıma üç gün kala sevdiklerimden uzak, pislik içinde bir hastane odasında tamamen kapkara olmuş ruhumla yatıyordum. Ölmediğim için sevinmeli miydim? Yoksa o sudan biraz daha mı içmeliydim? Son 6 senemi düşündüm. İçtiğim su gerçekten mucizeviydi ve beni zehirleyerek içimdeki kötülüğü yok etmişti. Hayatımın en güzel yıllarını sabırsızlıkla, olumsuz düşüncelerle, mutsuzlukla, huzursuzlukla geçirmiştim. Akışta olmayı, olmuyorsa zorlamamayı, elimde var olanlardan keyif almayı bilmiyormuşum bunu anladım. Keşke diyorum, keşke daha mutlu olmama izin verseydim…


Şimdi 40 yaşındayım ve bu satırları iki aylık bebeğim kucağımdayken yazıyorum. Çok sevdiğim eşim, kendisiyle tanışmadan önceki hayatımı sorduğunda ise sadece tüh’lü geçmiş zaman ile anlatabiliyorum…’




 Amrita Sher-gil’in 1937 yılında tamamladığı tablosu ‘Bride’s Toilet’