Maltepe metro istasyonundan Dikimevi'ne, oradan da dolmuşla eve geçecektim. Aslında otobüsü bekleyip direkt de gidebilirdim ama bazı zamanlarda bu aktarma olayının daha pratik olduğunu düşünen yanım ortaya çıkıyordu. Kimi şeyler bastırılamazdı, farkındaydım. Evet, bu dandik yol güzergahı mevzusundaki öz saygım ile gezegendeki sosyal konumum arasında tercih yapan hücrelerimin amacı kesinlikle tüm hayatımı sabote etmekten yana oluyordu. Bununla yaşamaya alışmış bir şekilde istasyona giriyordum.

Yanlışlıkla AŞTİ istikameti yönündeki kısma girdiğimi fark etmiştim. Benimle birlikte bir kişi daha vardı dalgın olan: Yanındaki bavuluyla az ötemdeki bankta oturan genç kadın. Hani çok göze batacak cinsten değildi ama bir havası vardı. Neyse.

Hemen karşı tarafa geçmiştim ve hatunun hala orada oturduğunu görüp, elindeki bavula binaen aslında dalgın olanın sadece kendim olduğu çıkarımını yapmıştım. Peki ama neden gelen metroya binip AŞTİ'ye geçmemişti? Bir süre onu izlemeye daldım ve bu sefer isteyerek metroyu kaçırdım. Hala oradaydı! Bir anda onunla konuşmak istedim. Hayır, sırf merakımdan falan değil, beğendiği her kadınla konuşmak isteyen ruh halim kendine tanışmak için iyi bir bahane bulmuştu. Gerçekten yardımsever bir tip olduğumu, mevcut durumlara sonsuz anlayışla yaklaştığımı, karşı cinse aseksüel davrandığımı görmemiştim zaten. En kısa zamanda kendimden nefret etmem gerekebilirdi.

Yanına varıp, hemen soruverdim: "Neden binip gitmiyorsun?"

Yüzüme bile bakmadan, asıl neden benim binip gitmediğimi, durumun beni ilgilendirmeyeceğini -ki bence haklı- başkalarının haliyle ilgileneceğime daha işe yarar kaygılar edinmem gerektiğini, kişinin tanımadığı birine bu tür sorular sormasının çok lüzumsuzca olduğunu zırvaladı. Zırvaladı, diyorum çünkü; her ne kadar beni sıkıntıya sokan bir muhabbet olsa da tam aklı başında bir konuşma gibi giderken, yaklaşım tarzımın eski kafa olduğunu, tanışmam için bahane üretmeden cesaretli olmam gerektiği yönündeki fikrini de eklemişti. Bu kadarı da fazlaydı.

Sadece merak ettiğim için sorduğumu söylediysem de bunu ona yutturamamış, şansımı sessiz bir şekilde zorlama yolunu seçmiştim: Berbat konuşmanın hemen ardından yanındaki banka oturmuştum.

Sessizliğin bozulmasına ihtimal vermediğim halde bunun olması için umut ediyor, göz ucuyla kendisini izliyordum. Tam on iki metronun daha gelip gitmesi kadar zaman geçmesi gerekmişti. Hatta o arada bavulunda ne olduğunu sormamak için kendimi zor tutmuş, bunun için olağanüstü bir cesaret hissetmiş, ama bu sorunun daha da yersiz olacağını akıl edip kendimi güç de olsa durdurabilmiştim.

"Seninle aynı bardaktan bira içmiş olabiliriz" dedi, durduk yere. "Bu yüzden gitmem gerek. Sadece vedalaşıyorum."

Şaşırmıştım. Yine de bunun mümkün olmadığını üstüne basa basa söylerken, başımın belaya gireceğini de tartmaya başlamıştım.

"Birbirimizi anlamıyoruz. Birbirimizin hayatlarından gelip geçiyoruz ve hatırlamıyoruz." dedi. "Aynı yerde birbirimizin hayatlarından geçiyoruz ve bunun farkında değiliz. En kötüsü de birbirimizi tanımıyor, anımsamıyor ve çoğu zaman bunu bilecek şansa da sahip olamıyoruz. Telefonda konuştuğum asistan, beş yaşındayken parkta birlikte oynadığım çocuk olabilir. Ama ikimiz de bunu bilmiyor, hatırlamıyor olabiliriz. Eski fizik öğretmenimin eşinin kuzeninin oğlu geçen yıl kaybettiğim anahtarlığı bulan kişi olabilir. Ve ona bakıp hiçbir anlamı olmadığını düşünebilir. Hatta anahtarlığı bana getirseydi ikimizin arasındaki insan zincirlerini de asla çözemeyecektik. Ayağın takıldığı için düşmene sebep olan mazgala tıpkı senin gibi takılıp düşen biriyle başka bir zaman fatura sırasında arka arkaya olabileceğini düşündün mü? Çok fazla iz taşıyoruz ama bunu bilmeden yapıyoruz. Eğer bilseydik hayatı paylaşamazdık. Bu beni rahatsız ediyor. Dayanamıyorum. Aynı tişörtü denediğin, birinizin almaktan vazgeçtiği ve iş mülakatında aynı sorulara cevap verdiğin birileri de var olabilir. Hayatımızın dönüm noktalarını anlık sebeplerle ıskalamış da olabiliriz: On dakika erken ya da geç bulunduğun bir yerde hayatının insanını kaçırabilir ve onunla başka bir yerde aynı enerjiden çok uzak bir biçimde karşılaşıp sadece adres sormakla kalmış olabilirsin. Bu ihtimallerle yaşayamıyorum. Bu şehirde, bu insanlarla ortak bilmediklerimiz bizden çok şey götürüyor ve sadece ben bunun farkındayım. Şimdi gideceğim. Metroda yanında oturacağım kişi belki de bundan yıllar önce yemek yediğim restoranda benden sonra aynı masaya oturmayı tercih etmiş, koluna benden arta kalan pirinç tanesi yapışmış kişi olabilir. Daha fazla iz taşımak istemiyorum. Hep aynı çember içinde döndüğümün farkında olmak içimi sıkıyor. Aynı yerde dönüp dolaştıkça aynı, eski izler dönüşüp buluyor insanı. Sadece zaman geçiyor ve hiçbir gelişme olmuyor. Kendimizi aldatıyoruz. Ormanı terk eden atalarım gibi cesur olmak istiyorum. Denemek istiyorum."

Kalktı ve gelen metroya bindi bu sefer. Bu çaresiz saplantılı fikri bana da bulaştırmış, zamanla hayatımın merkezini bulanıklaştırabilecek kadar rahatsız edici olduğunu hissetmiştim.


15 Nisan 2019

Ferruh Oğuz