merhaba, uykuya yatırdım bütün ihtimalleri. dizlerimde salladım tüm ümitleri ve tükettim bu uğurda gündüzleri. kapkara gecenin sensiz sokaklarında yürürken ben birkaç defa daha öldüm. biram soğuk, sigaram yanıyor ve bir sevda demledim gözlerine bu gece, kalemime sığınıp bir sevda kuşandım saat üçü geçerken. belki de aşkı öğrenecek başkan yeniden, hece hece. aşk nedir sevgili okur? herkes için ayrı anlamlar ifade etse de bu tek hece, benim için ne gündüzdür ne gece. başlayalım mı?


sessiz sakin giden bir günün ilerleyen saatlerinde sanki rakı masasına çevrildi gönlüm, sezenler müzeyyenler eksik olmadı. bu masanın mezesi benim, sakisi sen. hoş geldin çilingir soframa sevgili okur, bakalım açabilecek misin bu gönlü?


gri, siyah ve beyazı barındırsa da bir bütün olarak “gri” ismini alır. turuncu da sarı ve kırmızıdan oluşur. sen ve ben bir araya gelince “aşk” anlam bulur. bu gece biraz kızıl biraz maviye çalar gözlerim. ben gönülden yazarım, sen gözlerimden oku.


herkes bir anlam arayışındadır hayatta. bazen yüklediğimiz hayatın altında kalır o anlamlar, bazen de yüklediğimiz anlamlar altında kalır hayatlar. en iyisi yüklemeyi boşverelim, yüklenelim biraz da. çaresizce sen bunu okuduğun için yüklen bu aşkı, bense yazdığım için yükleneyim seni. altında kalırsak da yüklenenlerin değil yük edinilenin altında kalmış oluruz. zira ne böyle senle ne de sensiz, yazık yaşanmıyor çaresiz.


saat ilerliyor, ben geriliyorum. kafamda tonlarca soru, onlarca düşünce. onlar da buraya düşünce, kendimi anlıyorum biraz biraz. iç sesim küsmüş, konuşmuyor. “neden?” diyorum, “sen bilirsin ne yaptığını diyor.” da ben ne yaptığımı biliyor muyum? gel barışalım iç ses, söz seni de yazacağım buraya. barıştık mı?


seçtiğim şarkı manidar olmakla beraber, sezen ne güzel söylüyor ya. bahsetmeden geçemedim. dördüncü duvarı yıkmak gibi oldu şu an, varsın yıkılsın. başkan, yaptığın şarkılardan belki ileride böyle anılan olur, olamaz mı? olabilir iç ses, hoş geldin. bazen çok konuşuyorsun ama ne yapalım... ne bir arada ne de ayrı, olmak imkansız hiç sebepsiz.


istanbul’a gidiyorum eğitim için kasımda. ünlü birkaç sanatçıdan masterclass’lar alacağım. bazı şeyleri başardım, kahrolsun bağzı şeyler. hayatımın hayaller ve ümitler evrelerini geçip gerçekleştirme evresine geçtim sanırım ciddili. yedi kamburlu o şehrin, yokluğunu yüklenen sekizinci kamburu olacağım bir süre. hayalimizi yakalamayı ümit, birlikte gerçekleştirmeyi de hayal etmiştik. sen ayrı ben ayrı gerçekleştirdik ümidimizi. ne hayallerle ümitlerle, mutlu olmaktı dileğimiz. ayrı ayrı da olsa bu başarımız, zamanında bir aşkı becerememiş iki çocuğa armağan olsun. suçlu ne sensin, ne de benim. şimdi sensizim, sen de bensiz.


değişik duygular içerisindeyim sevgili okur. tam olarak bir tarifi yok. aşk desen yarım, sevda desen nadan. ben başkan diyeyim, sen baştan anla. ben de baştan başlayayım. sekiz bin yüz on altı. doğumumla hayatım arasındaki gün sayısı. sekiz bin yüz on beşinci gün bilemezdim, bir sonraki gün bir kadının gülüşüyle göbek kordonumu keseceğini.


neredeyse beş yıl geçmiş. her şey zamana yenik düşüyor. zaman kavramı çok değişik olsa da benim aklıma zaman denince mekan, mekan denince de istanbul’da canlı müzik yaptığım mekan geliyor. mekanın isminin mekan olması sonucu yarattığı bir tuhaflık zinciri. zaman kavramı kadar tuhaf o yüzden mekan olgusu da benim için. içinde kalmış o kadar çok anı var ki buraya yazmam için kelime dağarcığımı oldukça genişletmem gerek. neyse ki her şeyi yazamam. canlı müzik yaparken tüm mekana “çocuklar bile biliyor, başkan seni seviyor” diye az söyletmemiştim. çocuklar bile biliyordu zira. şimdi o anılar bile yakıyor. bir an gelip de küllenince, yüreklerimiz dinlenince…


sevgili okur, nasılsın? epeydir nasıl olduğunu sormadan carcar konuşuyorum özür dilerim. insan kendine düşünce, unutuyor. b12 eksikliğimle alakası yok lakin hayatın kendisi b12 eksikliği görevini üstleniyor. yine de unutturamadığı çok şey oluyor. alınma sevgili okur, sormayı ihmal ettiğimden değil. kendimi ihmal ettiğimden sana fırsat gelmiyor. kendimi ihmal etmekten ne kastettiğimi biraz açmak istiyorum. önce nasıl ifade etmem gerektiğini bulmak için sigara molası almalıyım. buldum sanırım ama çok emin değilim bu teşbihten. sigara içmek için ofis önüne inersin de çakmağını unutmuşsundur. sonra sağdan soldan çakmak istersin, yaşanır böyle anlar. kalbimin önüne inmişim de sevgiyi unutmuşum, sağdan soldan sevgi istiyorum. başka sevgilerde teselli bulunca…


bunun üzerine son biramı da açıyorum. düşüneceğim zira…


sezen’in “etrafımızı sarıverecek, bir boşluk ki asla bitmeyecek. her şey bir anda anlamsız gelecek.” dediği yerdeyim. bazen hiç beklenmedik anlar yaşanabiliyor hayatta ve ben hiç beklemediğim bir noktada buldum kendimi. kendimi mi buldum yoksa seni mi? çok emin değilim bundan. sensiz yaşadığım her şeyin anlamsızlaştığı bir yerdeyim. sensiz yaşadığım şeylerin de azımsanamayacağını göz önüne alırsam o zaman tamamıyla kaybolurum. kimim ben mesela? başkan baştan başla derken, başa mı döndüm yoksa? teselli bulmak için aramadım mı başka sevgilerde seni? sevmek benim göbek adım gibi, sevmeye sevdalı aşka aşık biriyim. o gün geleli çok oldu. “işte biz o gün tükeneceğiz” demişti sezen. o gün geldiğinde mi tükendik? yoksa tükendiğimiz için mi o gün gelmişti? bazı soruları sorup cevap almak için çok geç başkan, saat beşe geliyor.


ihtimaller denizinde çokça boğulmuş biri olarak, yüzme yeteneğime güvenip yüzemiyorum artık. bir ihtimalin peşinde yüzmenin hayatıma mal olmasını çokça tattım zira. artık ben o denize yelken açtım, açık ve açıktayım. ihtimallerin peşinde kulaç atmaktansa, ihtimallere kucak açtım. benim olan, bir şekilde beni buluyor ve inanıyorum ki kuvvetli bir rüzgar daha iyi ihtimallere şans veriyor. kalbimin atışını hissettiğim sürece, ihtimaller denizinde rüzgar hiç dinmiyor. bazen fırtınanın ortasında buluyorum kendimi, yine de beni bir ihtimale vuruyor. öyle anlarda dürbünüme davranıyorum önümü görebilmek için. bir kara görünüyor ufukta, üzerine tahtadan bir tabela yapmışlar, “aşk” yazıyor. ben her fırtınada o ihtimale sığınıyorum. o karada sen var mısın? bunu bilemem ama o karadaki okulların sınıflarında senin resmin çakılı, altında başöğretmen yazıyor.


bir mesaj, tonlarca soru ve onlarca düşünce. onlar da buraya düşünce işte bu uzunlukta bir yazı. yazılması gereken esas konuları, kalbine sakladım.


tükenmişlikle.