Doğduğu andan beri dünyaya geliş amacını seviyordu küçük tükenmez kalem. Doğduğu ve diğer kalemlerle birlikte aynı kutuya konduğundan beri ne olduğunu biliyordu. Bu onu hiçbir zaman düşündürmemişti. Amacı belliydi ve açıkçası küçük tükenmez kalem, amacını seviyordu. Bir gün yazabilmeyi dört gözle bekliyor, belki de tanıdığı bütün kalemlerden daha çok heyecanlanıyordu. Sadece yazıyor olmanın fikri bile ona tarifsiz bir mutluluk veriyordu. Ancak küçük tükenmez kalemin nefret ettiği bir şey varsa o da bekleyişti.


Ne zaman yazmaya başlayacağını bilmiyordu. O küçük kutunun içinde sürekli başka bir yerlere yolculuk ediyor ve tanrısını bekliyordu. Bu konuda endişeleri de vardı gerçi. Kendisini alacak kişi onu ne için kullanacaktı? Çünkü küçük tükenmez kalem sayılardan hoşlanıyordu. Ya da o heybetli ders kitaplarında yazanları kopyalamaktan... Yazdığı şeyleri anlayamadığında biraz üzülüyordu. Oysa küçük tükenmez kalem yazmayı, anlayabildiği için seviyordu. Onu dış dünyaya bağlayan başka bir şey yoktu. Yalnızca yazdığı zaman var oluyordu o. Yalnızca yazdığı zaman yaşıyordu.


Uzun zaman kendi aralarında konuştular. Bütün tükenmez kalemlerin aslında istediği tek şey mürekkeplerini akıtmaktı. Kendisi hariç… O, hayallere dalmayı seviyor; bilmediği dünyalara gitmeyi, tanımadığı insanlara mektuplar yazmayı istiyordu. Küçük tükenmez kalemin istediği tek bir şey vardı, o da kendisini hak eden bir yazar bulmaktı. Ancak henüz ortada onu eline alacak kimse olmadığından korkuyordu da.


Bazen kendisini çok yalnız hissediyordu. Hiç kimsenin onu anlamadığını, asla da anlayamayacağını fark ettiğinden beri… Sadece imza atılan bir kalem olmanın nesi güzeldi ki? Yalnızca birkaç not karalayan bir öğrenci onu kullanmayı neden hak etsindi? Bir gün bir köşede unutulup gidecekse varlığının anlamı neydi? Ancak çoğu kalem bunları düşünmüyordu bile. Onların bildiği tek dünya, satın alınmayı bekledikleri o küçük kutuydu. Tıpkı diğerleri gibi…


Küçük tükenmez kalem ilk kez biri onu eline aldığında yalnızca bir saniyeliğine yazdı. O ana dek küçük tükenmez kalem kağıtları ne kadar sevdiğini fark etmemişti hiç. Gerçek bir kağıtla buluşuncaya dek onların ne olduğunu hiç düşünmemiş, onları hiç böylesine sevmemişti. Oysa o kısacık buluşmada aralarındaki çekim öylesine yoğundu ki küçük tükenmez kalem içinden bir parçanın kopup gittiğini hissetmişti. Kendinden bir parçayı kağıda vermiş ve bir yanını onun üzerinde bırakmıştı. Küçük tükenmez kalem, yazmanın ne kadar sarhoş edici olduğunu fark etmişti artık. Şimdi anlayabiliyordu diğer kalemleri. Yazmak öylesine güzel, öylesine yoğun bir istekti ki ne yazdığının bir önemi yoktu belki de. Tüm bilinci uyuşmuş gibi…


Ancak küçük tükenmez kalem bir kez daha birinin elinde hayat bulana dek uzun zaman geçmişti ve o zamana kadar düşünecek zamanı olmuştu. Yazmayı ne kadar seviyor olsa da ne yazdığının önemi vardı.


Zaman geçiyor ve küçük tükenmez kalem umudunu kaybetmeye başlıyordu. Belki de kimse onu eline almayacak, belki de bir daha asla bir kağıtla buluşmayacaktı. O hissi bir daha tadamayacak ve o kısa buluşmanın anısı zamanla solup gidecekti. İşte tam da böyle umutsuz bir anda tanrısı çıkageldi küçük tükenmez kalemin...


Artık yeni bir kutudaydı. Öncekinden çok daha farklıydı bu. İçinde daha önce hiç görmediği başka kalemler, silgiler ve ne işe yaradığını anlamadığı kalemtıraş ile kalem uçları vardı. Kutunun içi tıklım tıklımdı. Sürekli yer değiştiriyor, birbirleriyle konuşuyorlardı. Küçük tükenmez kalemi aralarına almaları da çok uzun sürmemişti. Kısa bir süre sonra tam ortasındaydı kutunun. Etrafı kendisine hiç benzemeyen kalemlerle çevrilmişti. Ama mutluydu küçük tükenmez kalem. Diğer kalemler ona çeşit çeşit şeyler anlatmıştı. İyi bir tanrısı vardı.


Tanrısı onu ilk kez eline aldığında küçük tükenmez kalem öyle heyecanlanmıştı ki kendinden geçmişti. Bu yüzden de kağıtla buluştuğu anı göremedi. “Hadisene” dedi kağıt, canı yanmış. Küçük tükenmez kalem ne yapacağını bilemeden tekleye tekleye yazmaya başladı. Hatırladığından bile güzel bir duyguydu bu ve bir kez başladıktan sonra duramadı. Öyle kaptırmıştı ki, onu tutan el yazmayı bıraktığında mürekkebini tutmaya gücü yetmedi. Kağıdın üzerinde yuvarlak bir leke oluştu. Çok utanmıştı ancak ne kağıt ne de tanrısı dikkat etmedi bile. Diğer kalemler onun henüz çok toy olduğunu, alışıncaya dek arada sırada mürekkep kaçırabileceğini söylemişlerdi ama yine de utanmıştı işte. Sanki bir kabahat işlemiş gibi…


Bir imza atmıştı. İlk gerçek işi bu olmuştu küçük tükenmez kalemin ve bu küçücük görev bile onu neredeyse tatmin edecekti. Neredeyse… Oysa daha önceden bildiği gibi yazmak uyuşturucu gibiydi. Her seferinde daha fazlasını istiyordu. Ancak kontrol kendisinde değildi. Ona verilenle yetinmek zorundaydı. Daha fazlasını istemeye hakkı yoktu.


Günler bu şekilde geçip giderken bunun gibi küçük şeyler yaptı. Ancak hiçbiri onu tatmin etmiyordu. Diğer kalemler çok daha önemli şeyler yapıyor sürekli kutudan çıkıp duruyordu. Oysa küçük tükenmez kalem sanki hep o kutudaydı. Hapsedilmiş gibi hissediyordu ve yalnızca yazdığında özgür kalıyordu.


Artık hapsolmayı kabullenmek üzereyken o gün geldi. Sonunda tanrısı onu diğer kalemlerden ayırmış ve uzun uzun yazmaya başlamıştı. Sayfayı yarılayana dek inanmamıştı küçük tükenmez kalem. Ancak işte buradaydı. Bir sayfayı mürekkebiyle doldurmuş, bir diğerine geçmişti. Güzel kağıdın üzerinde kayarak ilerliyordu. Kendisini tutan elle dans eder gibi eşsiz bir uyumla hareket ediyordu. Onu hiçbir şey durduramazmış gibi... Öykü sürüp giderken küçük tükenmez kalem öyle mutluydu, kendisini hikayeye öyle kaptırmıştı ki masaya bırakıldığında irkildi. Ancak zaman geçmiş, kendisini tutan el yorulmuştu. Beklemesi gerekiyordu küçük tükenmez kalemin ama bekleyemiyordu işte.


O gün yarım kalan o öyküden zorla koparılmış ve kutuya geri konmuştu. Öyle çok merak ediyor, oraya geri dönmeyi öyle istiyordu ki acı çekmeye başlamıştı. Diğer kalemler onun bu haline şaşırdılar. Şimdiye dek hiçbiri böylesine tutkulu bir kalem görmemişti belki de. Ama bu tutku tükenmez kalemin kendisine zarar veriyordu. Günler ve geceler geçti. Tükenmez kalem öyle üzgün, öyle yorgundu ki kendisine verilen neredeyse hiçbir görevi layıkıyla yerine getiremiyordu. Artık attığı imzaların yarısı soluk çıkıyor, bazen nokta koyarken mürekkebini fazla kaçırıyordu. Ama umurunda değildi tükenmez kalemin. Saatlerce yazmanın zevkine varmıştı bir kere. Şimdi nasıl durup beklerdi?


Neyse ki tanrısı onu çok geçmeden geri çağırdı. Tükenmez kaleme sonsuzu yaşamış gibi gelse de aradan sadece birkaç gün geçmişti aslında. Yine de tıpkı ilk günkü heyecanıyla yazdı. Saatlerce başka hiçbir şeyi düşünmeden, başka hiçbir şey olmak istemeden, dünya yalnızca kendisinden ve yazdığı yepyeni öyküden ibaretmiş gibi yazdı. Eskisi bir arka sayfada bıraktığı gibi yarım kalmış duruyor, tamamlanmayı bekliyordu. Ancak hiç tamamlanmadı. Tıpkı diğeri gibi. 

Tükenmez kalem kaderinin bu olduğunu anladığında artık çok geç olmuştu. Yazdığı her öykü yarım kalıyor ve tanrısının elinde can çekişiyordu. Sayfalarca akıttığı mürekkebin hiçbir değeri yoktu sanki. Günlerini, gecelerini, haftalarını harcadığı öykülerin hiçbir anlamı yoktu. Hepsi yarım, hepsi eksik kalmıştı. Tükenmez kalem öyle yorulmuştu ki zaman zaman kendisinde yazacak gücü bulamıyordu. Başladığı her hikayeye yarım kalacağını bilerek başlıyordu. Bazen öyle güzel şeyler yazıyordu ki onları yarım bırakacağını bilmek yüreğini parçalıyor, yazamayacağı kadar yorgun düşürüyordu onu. Onlarca öyküye hayat vermiş ve sonra onları terk edip gitmişti hep. Öyle değersiz, öyle gereksiz hissediyordu ki… Akıttığı hiçbir mürekkebin önemi yoktu. Sanki sevdiği her şey ellerinin arasından kayıp gitmişti. Bir zamanlar sahip olduğunu sandığı o güzel hayat, artık kırmızı kaplı yaşlanmış defterin sayfalarının arasında kaybolmuştu.

Eskimiş, kullanılmış ve yorgundu tükenmez kalem. Devam edecek gücü de yoktu. Adını hep severdi. Tükenmez kalem… Öyle uzun süre dayanacaktı ki adının hakkını verecekti. Öyle sanmıştı. Kutunun içindekiler sürekli değişirken orada kalacağını düşünmüştü hep. Oysa şimdi öyle yorgundu ki kutuyu ilk terk edenin kendisi olacağını biliyordu. Ama üzülemiyordu bile. Öyle tükenmişti ki yarım yarım yaşadığı kısa hayatının sonunun gelmesi bile üzmüyordu onu. Bir hayal kırıklığı vardı belki. Ama o kadar… 

Kendisini tutan el onu son kez çağırdığında çoktan bir daha asla yazmamaya karar vermişti tükenmiş kalem. Bir kez daha yarım kalacak o kısacık öyküyü yazarken öyle çok mürekkep harcadı, öyle çok ağladı ki sonunda hiç mürekkebi kalmadı.

İşte böylece tükendi tükenmez kalem… Hiçbir şey başaramadan, geriye yarım kalmış öykülerden ve hayal kırıklığından başka hiçbir şey bırakamadan…

Tanrısının elinde can verdi.