''Bu sabah, tam da güneş doğarken, garip şeyler oldu. Önce yatak sallanıyor sandım, hızlıca kalktım. Sırtım ter içindeydi, kalbim güm güm atıyordu. Gördüğüm kabusun etkisinde olduğumu anlamam uzun sürdü. Pencereden içeri süzülmeye çalışan ışık canımı sıktı. Gündüzler insanı mutlu etmez ki, gündüzler insanları oyalamak için var. Sonra duvarda asılı olan geyikli halı bana gülümsedi. Babaannemden kalma bu halı, çok kıymetli. Bir baktım, geyik konuşuyor. Yaklaştım, yaklaştım, yaklaştım... ''Dışarıda düğün var.'' dedi bana. Güldüm. Sabahın köründe kim düğün yapsın? ''Bu geyik de benimle dalga geçiyor!'' dedim içimden. Tıpkı babam gibi, benimle dalga geçiyor. Tekrar uyumak için yatağıma yattım. Yastığın altına sakladığım parlak gri önce rahatsız etti, sonra varlığı bana güç verdi.

Saat sekiz gibi yine uyandım, annem kahvaltı hazırlıyordu. Kahvaltılıklara sinir oluyorum biliyor musun? Her sabah sofraya geliyorlar, birileri uçlarından tırtıklıyor, tekrar dolaba geri gidiyorlar. Hiç sıkılmadılar bu döngüden, hiç! Peynirin köşesi hep sarı, zeytinler buruş buruş. Reçel kurumaya yüz tutmuş, babamın kalbi gibi. Beni her sabah bu kahvaltı için uyandırmaya çalışıyorlar. Uyanmıyorum işte. Uyanmayacağım.

Saat on bir gibi bir gürültüyle tekrar uyandım. Yorganı kafama çektim duymamak için. Yorgan sigara dumanı kokuyor. Yorgan küf kokuyor. Gürültü yavaş yavaş odama doğru yaklaştı. Tekme! Tekme! Tekme! Kapım kırıldı. Kapımda asılı bir ayna vardı. Aynam kırıldı. Dizlerimin üstüne çöktüm. Kırık parçalarda kendimi gördüm. Çok sinirlendim biliyor musun? Çok sinirlendim. Babam gürültü yapmaya devam etti. ''Bu saate kadar uyumaya utanmıyor musun pezevenk? Otuz yaşında oldun, otuz! Ben sana bakmak zorunda mıyım?'' Kafamı kaldırdım, geyikle göz göze geldim. ''Şimdi değil.'' dedi boynuzlarını savururken. Sakinleştim.

Akşamüstüne doğru çıktım odamdan. Bahçede bir tur attım. Güller açmıştı, güzel kokular geliyordu onlardan. Ben sigara kokuyordum. Acaba annem ne kokuyor? Hiç sarılmadı ki bana bileyim! Kafamı kaldırdım, güneşe sert sert baktım. ''Keşke yarın yaşamasam da seni hiç görmesem.'' dedim ona. ''Ölmesi gereken sen değilsin.'' diye cevap verdi bana. Gözlerim büyüdü, bu fikir içimde büyüdü. Teşekkür ettim, fikrimi gömleğimin cebine atıp odama geldim.

Bekledim. Hayatı çözememiş olan herkesin uyumasını bekledim. Hayat gündüz yaşanmaz! Parlak griyi çıkardım yastığımın altından. Uzun uzun baktım ona. Yansımama baktım. Yansımamda gözlerimin içine baktım. Çok istiyordum bunu. Dizlerim titredi biraz. Odamdan çıktığımda herkes uyumuştu, geyik bile.

Babamın yatağına yaklaşırken içimde bir şeylerin öldüğünü hissettim. Çaresizlik öldü. Umutsuzluk öldü. İyice yaklaştım yanına. Yastığı konuştu benimle. ''Tam zamanı!'' dedi. Griyi tam kalbine sapladım. "Pişman değilim doktor. Beni yine o odaya mı kapatacaksın?''

''Bu kez oraya kapatmayacağız.'' dedi doktor. Gözü uzaklara daldı. ''Bu kez polisler girecek iki koluna birden.'' diye geçirdi içinden. Psikolojik rahatsızlıkları olan insanların kendi evlerinde gördükleri işkenceye yabancı değildi ama bu başkaydı. Bu kez ölen babada kendi babasını görmüştü. Bu kez ölen baba tüm çaresiz çocukların babasıydı.