kırılsa derisinin içindeki kan

kaynasa dudağının kemikleri

her durumda onu gebertecek bir politika

nasılsa vardır uykusunda sekiz on gavur

ilgili konuşmaları hazır gıda tercihleri

kim bilir ki iç çekerkenki yalnızlığını

göbekli şişmanlar gibi sabahlara değin homurdandığını

canı nasıl da çekerdi seramik bir göğsü ısırmayı

kardeşine böyle anlatırdı bütün güzel hatunları kıbleye döndüğü bir akşam anlamıştı

içinde yoktu

ne tek bir ayet ne cennet yeli essin ben üşüyüm hissiyati

belki birkaç defa yukarı aşağı oynamıştır da boynundaki kan ve damarları

belki bunun olmasını istemiştir sadece

tepsiye tarak fırlatıp suyu buruşturduğu bir gün

evelallah gazete küpürleriyle doludur çekmeceleri

bir zaman heves etmiş nam salmaya yazılar yazıp okumaya

şimdilerde suratı beş karış alın kırış kırış defalarca söylüyor az önceki dediklerini

“felek kimsenin babası değildir çavemın”

bir kızı var çiz çiz çiz

kıp kıp kıp kıkırdıyor

günde kaç isimle seviyor oh

bir tarak hem içini hem birkaç beyaz saçı tarıyor

salata üzümlü pilav yediği son akşam yemeği

kanepede ayaklarını uzatıp film izlediği hani sonra bir dış projede

sonra salonuna ayakkabıyla girmiş iki eşkiya

Allah tembel bir tokat atmış iki yanağına

8 aylık bir kalp kırıldı

sonra biri diğerinin kalbine üç fil saldığı

bu uzaklığın üzüntüsü yaşanıyor bugünlerde dünya sıfır virgül bir tur bile atmıyor etrafında yer garip minder taş yatak dikenli tel pencereden bakıp bir el ettiği oluyor geçen kamyonlara

bayramda üç kilo şekeri yarım kilo lokumu evrende çıt yok

demek ki dünya böyle selam ediyormuş bazen güçlerini saklıyor sokak ve caddeler

mesajlar at aramalar yap kimse yok nafile kapını arkadan sürgüle bir sigara yak

mutlaka böyle geçer bir yalnızlık

elbette buralarda biter bu yol

Ö ve E harfleri yaşıyor kulakla gözle buruşa buruşa

unutmak adlı şey diyorlar buna

şehrin içinde hayalet olmuş yıldızlar

kuşlar ne aradığını bilmeden uçuyor

ve ki biz bir fotoğrafız artık buralarda

barbarca duruyoruz asılı kaldığımız yerde