Evren-3, 2049


Ağlamaktan şişen gözlerini bir çabuk maske kullanarak normal hâle getirdi. Yüzüne su vurdu ve saçlarını onlara verilen kataloglardan seçtiği rastgele bir modelle şekillendirdi. Üzerine yeşil tulumunu giyip aynı renk şapkasını kafasına geçirdi. Her gün mutlaka temizlediği ayakkabısını bağladı ve eldivenlerini tulumunun cebine sıkıştırdı. İşi için kullandığı telefonu cebine koydu ve dünkü çalışma özetleriyle bugünün planını dinlemek için kulaklığını taktı. Hazırdı, kulağında ezber bilgilerle evden çıktı. Evi ana caddeye açılıyordu ve inanılmaz bir kalabalık vardı. Kalabalık onu birazdan yapacağı şey için heyecanlandırdı. Henüz ağladığı olayı hatırlayınca heyecanı üzüntüsüyle harmanlandı ve midesine bir yumruk olarak oturdu. İnsanlar, ne de düşüncesiz böyle!


İstasyon yoluna girdi. İlk sağdan dönüp yoldan saptı. Bir reklam kadar yürüdükten sonra gül bahçesini gördü. Girişten kırk iki adım sonraki siyah gül ağacına gitti ve etrafına bakındı. Ağacın içinde, dikenlerin arasındaki mektubu aldı. Bahçede gezdirdi gözlerini. Gözleri bulutlandı. Mektubu eline saklayıp istasyona koştu. Yürüse de yetişirdi aslında, koşmaya ihtiyaç duydu. Ciğerleri acıyana kadar hızlandı ve kalbinde yer edinen tuhaf heyecanla yüksek bir kahkaha attı, istasyonun girişinde gözleri doldu.


Kartını gişeye okuttu, biletini aldı ve yapay bahçelerin birinde beklemeye başladı. İstasyon, her beş koşumluk mesafede bir yapay bahçenin olduğu devasa bir beton yığınıydı. Yapay bahçeler bir büyük, renkli çiçekli ağaç etrafında bir sürü bitkinin ve birkaç hayvanın ve ayrıca oturmak için bankların olduğu grinin içinde yeşil alanlardı. Ne zaman gelinirse gelinsin banklar hep doluydu. Bahçenin girişine en yakın yerde, elindeki mektubu dikkatle cebine koydu, mektup kırılabilirdi, mektup görülebilirdi, ne büyük ayıptı bu!


Gelen trenlerden turuncu olanına bindi. İnsanlara aksi trenler rengarenkti, öncelerde de insanlar rengarenkmiş. Her çocuğa anlatılan eski bir masalda geçer bu. Yerine oturdu ve kemer yerindeki bileti söküp kemeri bağladı. Karşısına orta yaşlarda, sık saçlı ve sakallı, düzgün giyinmiş göbekli bir adam; hemen yanına kel kafalı, ellilerinde, kareli gömlekli bir amca ve herkes gibi bir teyze oturdu. Arkasında liseliler vardı, çağlayan kanlarının yüksek heyecanıyla gündemde olan veya olmayan tüm konuları yorumluyor, yüksek kahkahalarını turuncu trene sunuyorlardı. Tren sadece liselileri taşır gibi homurdandı, birkaç kondüktör biletleri topladı ve yolculuk başladı. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktu. Liseliler okula, teyze kapalı pazara, amcalar ve o işe gidiyordu. Cebinde topluma gayrimeşru bir mektup vardı.


Titreyen eliyle mektubu yoklayıp çıkardı, işe ait bir belgeyi incelermiş gibi ciddiyeti yerleştirdi yüzüne. Şimdi ölü birinin mürekkebinde parmaklarını gezdirdi, şimdi ölü birinin parmak izlerini gördü bu eski ağaçta, şimdi ölü birinin gözyaşları kurumuş yepyeni kelimelerin üzerinde, şimdi ölü birinin kalbi bu turuncu trende onun elinde.



Tren hızla raylarda ilerledi. Arkasındaki çocuklardan biri iç çekti,

"Ah, geçen bana verdiği kitabı bitirdim."

Utangaç bir kıkırdama treni doldurdu,

"Bazı yerlerin altı çiziliydi, güzel bir paragraf kaldı elimde. Bugün onu konuşacağız."

Arkadaşlarından biri imayla güldü,

"Yani, sevgili mi olacaksınız?"


Sesler bulanıklaştı;

sevgili olmak,

sevmek,

sevilmek,

toplum...

Mektuba baktı, ilk cümlesini okudu:

"Sevgilim,

Öldürecekler beni."



Amcalardan sık saçlı olanı dilini şıklattı, sesler açıldı,

"Görüyorsun şu ahlaksızlığı, değil mi?"

diye başladı sözlerine, kareli gömlekli yaşıtına ithafen

"...birbirlerini seviyorlar! Görüyorsun değil mi? Hep o kitaplar, o filmler öğretiyor bunu onlara. Diğer ülkeler bozacak bizim gençlerimizi. Ya insan insanı sever mi hiç, akıl kârı mı bu? Ha? Sen sevdin mi karını? Ben sevmedim, gayet de mutluyum. Sevgi de neymiş öyle, tüm ahlaksızlığın ve acının başlığı..."

Kareli gömlekli adam kafa salladı,

"Hiç! Hükümet de bir şey yapmıyor ya, asıl ona deliriyorum! Yasaklayacaksın kitabı filmi, bak nasıl düzeliyor herkes. Sevenleri alıp içeri atacaksın bak sevmeye cesaret edebiliyorlar mı daha?"

"Ailede de suç var ama öğretmiyorlar. Korumuyorlar çocuklarını, ağlıyorlar sonra."

Kadın da kafasını salladı ve konuşmalarına katıldı.

"Allah'tan millet akıllı da seveni cezalandırıyorlar hemen. Geçen benim komşunun çocuğu sevmiş birilerini. Uzun böyle beş yıldır falan. Yeni öğrenmiş komşum da öldürdüler çocuğu. Görsen nasıl ağlıyordu, dövünüyordu, çocuğum kötü yola düştü diye!"

"Yazık, yazık..."


Göz bebeği titredi. Mektup elinden amcanın ayaklarının dibine düştü. Elleri terledi, midesi kasıldı. Amca eğilip mektubu aldı. Tren açık havaya çıktı. Yolculuğun on beş dakikasını devirdiler. Hızla mektuba atıldı, amca şaşkınlıkla kaldı. Mektubu alıp yerine oturunca gergin bir gülümseme bıraktı ve yerinde dikleşti.

"Teşekkürler."

Amca gülümsedi, bir cevap verdi diğer tüm bulanık seslere karıştı cevabı.

Yolculuğun son on dakikası kaldı. Bu mektup bu trende bitmezse ömrü boyu kalbinde boşluk kalacaktı. Dışarıdan sakin bir fırtınayla tekrar okumaya başladı.


"Sevgilim,

Öldürecekler beni. Belki birkaç gün, belki birkaç saat sonra. Korkma sakın. Gül bahçesine girdiğinde bulacaksın beni. Çamların altında bir rüyada sarılacağım sana. Altında gülüştüğümüz sokak lambası zayıf bir ışık yayacak, kapıların ardı gizleyecek bizi. Gidiyorum, gideceğim yahut gittim. Bulutların yok olduğu gökyüzünde bir gökkuşağının sonunda bekleyeceğim seni. Kazıp da hazine buluruz belki, ne dersin?

Ben öleceğim. Biri öldü diye sevgi yok olmaz, onlar bilmezler bunu. Bırak bülbülleri; gülleri bile sevemezler bilirsin. Korkma onlardan. Seni mezarımda saklayacağım sana zamanından önce mezar kazılmasın diye. Korkma onlardan. Fırtınalar koptuğu, yıldızlar toprağa serildiği zaman onların toprakları yanacak. Korkma onlardan.

Seni seviyorum.

Korkma onlardan."


Tren durdu. Onun durağıydı. Mektubu aynı ciddiyetle katlayıp cebine koydu. Önce trenden sonra istasyondan çıktı. Tüm gün çalıştı. Bacakları ağrıyana kadar, ciğerleri acıyana kadar koşmak istedi. Yapamazdı, çalıştı. Burnu sızladı, gözleri yandı. Çalıştı. Aynı yüz ifadesi ve büyük bir ciddiyetle çalıştı.



Yalnız öğlen vakti, yemekten sonra tuvalette ağladı yarım saat kadar. Toplam bir saat ağlamış oldu.



Amcalar ve teyzeler daha çok konuştu. Trenler seferlerine devam etti. Birkaç yıl içinde trenlerin de rengini değiştirdiler. Turuncu treni hurdaya giderken gördü. O seneler içinde mezarlığa gitmedi hiç. Ölmeyen birinin mezarına gidilir miydi? Gül bahçesine gitti, çamların sık olduğu ormana gitti, bütün bir gün istasyonda bekledi. Trenlerin rengi değiştiği gün, mezarlığın sekizinci sırasında elinde mendille oturuyordu.