O gidince duruşum bozuldu, diyen biri olmuştu bir gün. O gidince benim de duruşum bozuldu. Sesimi soluğumu çıkaramadım. Sesimin tonu bile bozuldu. Boş verdim. Bazen fısıltı olarak kalmalı sözcükler. Ben gidersem duruşu bozulacak biri var mı? Biri var mı peki orada? Yoksa yankım mı bu duyulan yalnızca? Sorular hücrelerimi kaşındırıyor bugünlerde. Cevaplar kaşıntıları şiddetlendiriyor. Nerede o merhem? Antibiyotikli olan hani, ne zaman güneş alerjim tutsa anneannemin sürdüğü... Ne yapacağımı bilmezce duruyorum buracıkta. Kalmakta zorlanan biriyim bugünlerde. Gerçi aksi halde nereye vursam kendimi etki-tepki prensibi yakamı bırakmıyor. Etkime karşılık tepki kocaman bir “Yanlışsın!”. Doğruyu kim aldı benden? Belki de onu unuttum ya da düşürdüm bir yerde, son sürat kaçarken bu kaşıntı krizlerinden.
Biri bir şey mi söylüyor? Duyamıyorum. Bağır! Hadisene durma bağır, bir aptal gibi. Duruşu bozulacak biri var tabii ki, de bana. Hiç olmaz olur mu lütfen... diye alay et benimle. Biri hep giden olmadan elsiz ayaksız kalır. Biri hep düzeninin bozulmasından korkar. Biri hiçbir zaman alışkanlıklarını terk edemez. Tüm bunların adı emek konulur, vefa olarak büyütülür değil mi sonra da? Sessizlik. Duyduğum o gürültü yine yankımdan başkası değilmiş. Affedersiniz. Bazen fısıltı olarak kalmalıydı sözcükler.
Gidersen iç dünyamda her şey değişir, dedin. Sustum. Gördüğüm saf demagojiden ve caydırmak için ağızdan çıkan birkaç hırıltıdan ötesi değildi. Susmaya devam ettim. Gidersen’ler çoğaldı. Haksız değildim. İçimden acınası bir tebessüm çıktı. Hoşça kal. Mümkünatı var mı? Hiç sanmam. Hoşça kal’da hoş kelimesi olmalı mı olmamalı mı diye düşünürüm çoğu zaman. “Sadece” kal olmalı. Yalnızca anlamındaki “sadece” değil bahsettiğim, yalın anlamındaki “sadece” kelimesinden bahsediyorum ben. Sadelikle, sessizce kal. Görüyorum ki bunu başaracak gibi değiliz. Öyleyse hoşça kal hepten var olmamalı gibi geliyor bana. Sana göre son derece saygılı sevgisizliklerle, bana göre son derece saygısız sevgilerle dolu bir veda. Bunun için hangi kelime söylenmeli? Lügatim eksik kaldı. Sessizlik. Gidişler sessiz olmalıdır zaten, bir devrim gibi parmak ucunda. Ben gidince apartmanın önündeki banka iyi bak. Sesimi çıkarmaya utandığımda bir o bir çocukluğum taşıdı beni sırtında. Bak unutmadan kahvemi de tuttu benim için her zaman. Sağ olsun. Bol bol kahve kokusu taşı ona.
Bir gün küsmüştük yine hatırlar mısın? Bana bir film izletmiştin. Cam mıydı Kale miydi adı, anımsayamıyorum şimdi. Mühim değil. Kurt ailesini ve dağ keçisini anlatıyordu film. Filmin son sahnesine dikkat etmemi istemiştin özellikle. Bunu söylemek senin dilinde, söylemek istediğim ancak söyleyemediğim şeyler var demekti. Kurt ailesinin babası halsizdi, artık konuşmuyordu kimseyle. Dağ keçisi bu durumdan haberdar olunca babaya koştu. Sahiden suskundu baba. Saldırmıyordu, vaatler vermiyordu, hoyratça dolanmıyordu bile etrafta. Susuyordu ve yatıyordu yalnızca. Dağ keçisi şaşkındı. Uzun süredir o da susuyordu. Konuşmak için kendini zorladı. Bir süre sonra babanın da dili çözüldü. Bunu bekliyordu demek ki, keçisinin konuşmasını… Şeytanlardan bahsediyordu kurt ailesinin babası. Hayatı boyunca dışarda şeytanları kovalamıştı ancak o şeytanların tüm bu zaman boyunca karnında saklandığını yeni fark ediyordu. Ne kadar güzel olduğunu asla unutma dağ keçisi, ne kadar zeki olduğunu, ne kadar yaratıcı ve güçlü olduğunu… diyordu, sen çok güçlüsün. Hiçbir küçük kız babasının yükünü omuzlarında taşımamalı ve devam ediyordu baba, sen benim gibi değilsin dağ keçisi. Korkmuyorsun. Dağ keçisi sustu. Gözleri dolmuştu ve dudakları titriyordu. Ben senin gibiyim ve bunun için minnettarım dedi. Babanın da gözleri doluydu ve tebessüm etti. Güzel zamanlarımız oldu değil mi?
Sahi unutmadan, gelecek postasında düzenli olarak yayımladığınız pişmanlık haberlerimi de okuyorum bu arada. Teşekkürler. Haklıysanız artık dönünce hep beraber kına yakarız. Kınaları ben alacağım söz! Der neyâbed hâl-i puhte hiç hâm, pes sühan kütâh bâyed vesselâm.
Şimdi izniniz olmadan ben gidiyorum.