Gecenin koyu karanlığında omzundan sarsıldı. Elinde lüks lambasıyla babası cellat gibi gözüktü gözüne. Uyku celladı! Annesi ne kadar yavaş ise, babasının canı o kadar tezdi. Mübarek sanki beyninde alarm var. Nasıl da kalkıyor o saatte?

-Hadi oğul davran, güneş inmeden ovaya biraz işleri kolaylayalım.

-Tamam, baba

Tütün işi böyledir. Yazın en kavruk zamanında o tütünün tarlada toplanıp, sonrasında kurutulması gerekir. Yağmur geldi mi hak getire! Güneşin sıcağı boğana kadar bitirebildiğin karığı bitirir, tütün dolu köfünlerle gölgeye gelirsin. O yüzden gecenin koyusunda lüks lambalarıyla tütün kırmaya başlarız. Uzaktan bakınca manzara karanlıkta uçuşan ateş böceklerine benzer. Dışarıdan romantik gibi görünse de uykunun en tatlı yerini terkedene sormak lazım gerekir.

Ben, babam ve annem üçümüz birer karığın başına geçtik. Kimsenin konuşası yoktu. Belki de için için uyuyorduk. Tütünün pembe çiçekleri gece bembeyaz gözüküyordu. Tuhaf bir acı kokusu vardı. Çekiciydi. O tuhaf acılığın içine eğildim. Alttan başlayarak döne döne yaprakları kırıyor, bileğimin içine doğru dolduruyordum demetleri. Yaprak kırılma çıtırtıları bir ritim oluşturmuştu. Arka fonda cırcır böcekleri bağırıyor, ara sıra baykuş ve köpek sesleri de dahil oluyordu.

-Yandım anam!

Babamın sesi tüm sesleri kesti.

Babam bileğini tutmuş yerde yuvarlanıyordu. Kesin kuyruklu sokmuştu. Burada ondan bol ne vardı.

-Noldu baba diye atıldım.

Annem de ışığı kaptı ne olduğunu görmek için.

-Soktu, soktu diye kıvrıldı durdu adamcağız.

Annem ışık tuttuysa da göremedik ne olduğunu. Ben babamın omzuna girdim, annem de ışıkla yolu gösterdi. Dama kadar zorla geldik. Su getirdi annem. Hem babama içirdik, hem ayağına döktük. Sonra annem kenarda çamur kardı.

-Simdi sızısını alır bey, dedi. Efsunlu elleriyle çamuru sürdü hayvanın soktuğu yere. Ağzından birkaç dua çıktı.

-Tü tü şifa olsun dedi.

Babam uzandı. Zehri almıştı vücuduna.

-Ben dinleneyim biraz, beni bırakın siz devam edin dedi.

Ölsek devam edecektik, öyle bir işti bu. Hatta iş değildi yaşamın ta kendisiydi. Babaya karşı gelinir mi? Devam ettik mecbur. Annemle yavaş yavaş götürdük işi. Gün ağardı, ova kıpkızıl oldu. Bu yağmura işaretti. Akşama hazırlıklı olmak lazımdı.

Annem hem babama bakmaya gitti, hem çorba pişirmeye. Bir bir dolandım karıkları. Köfünü doldurmak üzereydim. Gözüm damda, kulağım annemden gelecek sesteydi. Sıcaktan poşunun suyunu sıkıyordum. Testinin dibini de görmüştüm. Dayanamadım anneme seslendim.

-Anneeee, pişmedi mi daha, öldüm be?

-Huuu dedi annem, gel gel.

Kerpiçten damımızı annemin tarhana çorbasının kokusu doldurmuştu. Babam köşede uzanıyordu, daha iyi gözüküyordu. Sofraya baktım ki üzümlerden de kesmişti güzel annem yanına. Közlenmiş biberleri de hazır etmişti. Babam da sofraya geldi. Ekmek bıçağını eline alıp, kutsal görevini yerine getirdi. Ekmeği hep babam keserdi. Şükürle başladık yemeğe. Nasıl da tatlıydı o çorba. Sultanların önünde yoktu böylesi. Hemen koştum tulumbadan soğuk su çektim geldim. Evcek serinledik. Babam diğer tarafa geçti, yaygıyı yazdı. Bir köfün tütünü ters çevirdi. Koluna aldı tütün iğnesini, demetlere daldı.

-Haydi dedi ben dizerim siz gidin.

Annemle sıcak topraklara geri döndük. Öğlene kadar daha iki köfün yaptık. Babam olsa o dört köfün olurdu. Talih işte, benim elim de anneme çekmişti, ağırdı. Tepemiz iyice pişince yeter gari ana dedim. Dama geri döndük. Bir soğuk ayran içip kendimize geldik. Babam da tütünleri iğneye dizmeyi çoktan bitirmiş, kargıya geçmişti.

Uyku nasıl bastırmıştı tatlı tatlı. Kıvrılıverdim esen pencerenin önüne. Ninnisini söyledi rüzgar, bende bir güzel uyudum. Kalktığımda annem kara tavanın başında kızartma yapıyordu. Babam da kargıları bitirmiş güneşe sermişti. Birazdan bulutlar belirmeye başlamıştı. O sabah kızıllığı, püfür püfür rüzgar boşa değildi. Yağmur geliyordu. Bizim için hem hayattı hem eziyet.

Annem alelacele bitirdi kızartma işini.

-Yardım et naylonları örtelim dedi, besbelli geliyor bereket.

Eğer tütünün üstünü iyi kapatamazsak mahsul çürür, bütün emeklerimiz heba olurdu. Yamalı da olsa kapattık kargıların üstünü. Zamanında bitirdik. Gökyüzü kapkara oldu. Güneşi görmek imkânsızdı. Öyle bir başladı ki naylonları yırtacak neredeyse. Geçtik damın içine, toprağa akışını izledik. Yaprakların oynayışı, çatıya vuran yağmur sesi, tavukların birbirine sokuluşu hepsi bir şiirin dizesi gibi sıralanıyordu. Babam da radyo niyetine bir iki efkarlı türkü söyledi. Saatler sonra yağmur dinmiş gün bitmişti. Artık her şey ıslaktı. Yapacak bir şey kalmamıştı.

-Gün ola harman ola dedi babam.

Lüksü söndürdü. Şimdi ıslak bir uyku çekme zamanıydı.