Elinde küçük bir ayna, cenneti incelercesine keyiflisin,

Yarım bir simit, yarım yamalak ilişkiler kenarda durur.

Yarım şekerli çayın şekilsiz bir bardakta soğur, Umursamazsın ne olursa olsun, umursama.


Bazen sıkılmış bir tanrı gibi oyuncak edersin dünyayı,

Döndürürsün hızla, miden bulanana dek,

Sonra atıverirsin bir kenara, daha önce attıklarının yanına,

Vazgeçebilirsin çabucak herşeyden, vazgeç.


Durgun deniz suları gözlerin, iki siyah bulut kaşların,

Kendi batırdığın gemilerinin ardından sessizce ağlarsın.

Gözyaşların henüz kurumamışken,

Ansızın bir deli kahkaha patlatırsın, patlat.


Gülerken dudakların aralanır bir bahçe kapısı gibi,

Özür çiçekleri, yas çiçekleri, ilan edilememiş aşk çiçekleri,

Görünmesin istersin içini,

Telaşla kapatırsın zırhını hemen, kapat.


Yazarına hayran bir roman kahramanı gibi anlatır başından geçenleri içindeki çocuk, Rengarenk bir dünyanın fırçası elinde, üstünde bile isteye lekeler,

Hayatı neşeyle kendine boyarsın, boya.


Okşadığın bir kedinin kuyruğunda sallanır mutluluk,

Her seferinde düşüverir kucağına,

Dansına eşlik edemez hiçbir ayak, kısamaz müziğini kıskananlar,

Aldırmazsın ki sen onlara, aldırma.


Kuşlardan özgürsün, fikirler kadar hür ve bazen küçük bir kız,

Sevgi görünce şımarırsın.

Ölü bir kanattan kopmuş yalnız bir tüye uğurlu olduğunu hatırlatırsın,

Belki bana da insan olduğumu, hatırlat.