31 Mayıs 2020, Pazar

21.49


"Moskova Sanat Tiyatrosu'nun en büyük başarısı olan Nemiroviç-Daşenko'nun büyük sahneye koyma eylemine, rekabet etme iddiasıyla karşı karşıyaydık ve iddiayı kabul ettik. Bu, bir klasiğin başka bir biçimde sahneye konmasını denemek değildi; biz Çehov'un gerekli olduğunu hissediyorduk. Bugün ise kesinlikle gereklidir. İnsan ruhunu değiştirmeyi bu kadar tutkuyla çabalayan, insanın en güzel yeteneklerini ortaya koyan başka bir oyun yazarı daha bilmiyorum. Çehov'un yaşamın şiirselliğini düşlediği, bu şiirselliği tıkayan zevksizlere yurttaşlık protestosu yaptığı ve insanların yaşamına da Shakespeare'den başka kimsenin indiremediği darbeyi indirdiği söylenebilir..." 

-Stanislavski


Zaman, zaman, zaman... Okudukça, karakterlerin iç dünyalarına tanıklık ettikçe daha da artıyor hissiyatım sanırım. Çok okumanın da getirdiği bir dezavantaj var, kanaatimce o da unutacak çok şeye sahip olduğunu bilmek ve unuttuklarını anımsamak... İnsanın hafızasının ihanetine uğradığı o anlar epey acı verici. Yaşım çok ileride değil lakin kitaplarla olan yaşanmışlıklarım çok fazla.


Okuduğum kitaplardan notlar alırdım. Sürekli notlar, sürekli yeni keşifler sürekli üzerinde durmam gereken yeni kişiler, olaylar, eserler ve yaşantılar oluşuyordu. Binlerce not, yüzlerce sayfa... Sonra şunu anladım: Hayat ne istediğim kitapları okumak kadar imkan tanıyacak ne de tuttuğum notları irdelemem için... Artık eskisi gibi tutmuyorum. Hafızamın merhametine adadım kendimi. Bu kitabı bir yazar satır aralarında o kadar iyi tavsiye etmişti ki listeme ekledim. Bir yazar ama hangi yazar olduğunu, hangi kitabında olduğunu hatırlamıyorum, hatırlayamıyorum... bir ihtimal Andre Gide'nin Günlükleri, bir ihtimal Ahmet Cemal'in bir denemesi... ama hatırlamıyorum. Geçen gün Nietzsche Ağladığında kitabını elime aldım, kapak sayfasına unutmamak için aldığım tarihi ve yeri yazarım, bu kitaba yazmamışım. Saatlerce nereden aldım diye düşündüm bulamadım. Ufak sorunlar lakin içsel ihanetler bunlar. Sanıldığı kadar güçlü bir beynimiz var mı? Bastırdığımız düşüncelerin ansızın ortaya çıkmasını engelleme beceriniz var mı? Ama yine de bize tanınan büyük ayrıcalıklardan biri unutmak...


Üç Kızkardeş kitabının Kent Yayınları baskısını okudum. 1970 basımı. Ülkü Tamer çevirisi. Muazzam bir Türkçe kullanımı var Tamer'in. Kent oyuncuları tarafından aynı yıl sahneye koyulmuş bu eser. Kent oyuncuları Müşfik Kenter, Yıldız Kenter ve arkadaşları yani... ne çok isterdim bir önceki çağda yaşamayı. En azından daha fazla sanatçı, daha fazla düşünür vardı. Anton Çehov hep geleceğe olan umudunu yansıttı bu eserde. Hep daha iyi olacak, dedi. Şimdi işkence odaları yok, istilâlar yok, idamlar yok ama herkes acı çekiyor diyordu. Gelecekte insanlar acı çekmeyecek, biz gelecek nesiller acı çekmesin diye çalışacağız, acı çekeceğiz dedirtiyordu bazı karakterlerine ama üç kız kardeş kanmıyordu Anton Çehov'a. Ona isyan ediyordu İrina:

"Ah, öyle mutsuzum ki... Çalışamıyorum, çalışmayacağım. Yeter artık, yeter! Telgrafhanede çalıştım, şimdi de Belediye'de çalışıyorum, bana verdikleri her işten tiksiniyorum, iğreniyorum... Neredeyse yirmi dördüme geldim, uzun zamandır çalışıyorum, beynim kuruyor, zayıfladım, ihtiyarladım, çirkinleştim, hiçbir umut belirtisi yok, hiç, hiç yok, gerçek hayattan, güzel hayattan gün geçtikçe uzaklaşıyorum, bir uçuruma yaklaşıyorum her gün. Umutsuzluk içindeyim. Niye yaşıyorum..."


Üç Kızkardeş 1900'de yazıldı. 120 yıl geçti üzerinden. Anton Çehov büyük yazar olmanın, ölümsüz olmanın yolunu biliyordu. İnsanı irdeledi, insanın ruh hallerinin ölümsüzlüğünü işledi. Belki çok yüksek mevki sahibi bir insansınız. Belki de icatlar yaptınız. Belki de istemediğiniz kadar paranız, seyahat etme olanağınız var. Kendiniz haricinde her şeye sahipsiniz. Ama Maşa'nın da üzerinde durduğu yaşamın değerini bilme konusunda ne kadar becerikliyiz ve hangi yaşam bize ikram edilen mi kendi ellerimizle kurduğumuz algısına kapıldığımız lakin başkasının sırtlarına basarak oluşturduğumuz yaşamlar mı? Yaşam, yaşam, yaşam... Bizim olmayanları çıkardığımız vakit belki de umudunu ufacık bir çocuk masumluğunda arayan bir yaşam...


Maşa: "Bana kalırsa bir inancı olmalı insanın, ya da kendine bir inanç aramalı, yoksa hayatı boş, bomboş olur...

Yaşamak, leyleklerin niye uçtuğunu, çocukların niye doğduğunu, niye gökyüzünde yıldızların bulunduğunu bilmeden yaşamak... İnsan niye yaşadığını bilmeli, yoksa ne değeri kalır yaşamanın?" (sessizlik)


İnsan hayatına yeniden başlasaydı ne yapardı diye sorgulatıyor Çehov ama her şeyin farkında, yaşadığı önceki hayatı bir müsvedde olarak kullanıp yeni hayatı bu müsveddeden yola çıkarak düzenleseydik ne yapardık, diye soruyor bize. Herhalde kendimizi tekrar etmezdik, diyor. Herhalde eksik olduğunu düşündüğümüz noktaları tamamlama yoluna giderdik ya da yaptığımız yanlışları yeni yanlışlar yapabilir kapasiteye sahip olmak için tamir ederdik. Kim bilir... en hiç çalışmak istemezdim sanırım. Müsvedde yaşamda çok çalıştım. Maddi olanaklar için çok uğraş verdim. Sait Faik'in adalarındaki kahvelerde oturup insanların yaşamak için verdikleri telaşı seyretmek isterdim sanırım. Yine Maşa'ya kulak verir: "Bir bardak şarap! Şu berbat hayatı yaşamak için bir kere geliyoruz dünyaya!" Bir bardak şarap daha isterdim sanırım. Ya da Ömer Hayyam'ın bu dörtlüğünü koyardım belki önüme:


"Bulut geçti, göz yaşları kaldı çimende

Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?

Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim

Gezecek bizim toprağın yeşilliğinde."


Ama yeni bir hayatın yeni bir anlam getireceğini düşünmüyorum. Binlerce yıldır süren o anlam arayışı içinde tekrar kaybolup gideceğiz elbette. O yüzden bu yaşam yorgunluğunu iki kez çekmeye değmeyecektir diye düşünüyorum. Yine de Çehov'un bu eserindeki umuduna sığınalım sona ererken sözler.


"Nasıl desem bilmem ki? Bana öyle geliyor ki yeryüzünde her şey yavaş yavaş değişecek, değişmekte olduğunu gözlerimizle görüyoruz zaten. İki-üç yüz yıl sonra, bin yıl diyelim -zamanın önemi yok- yeni, mutlu bir hayat başlayacak. O hayatta bizim yerimiz olmayacak tabii, ama şimdi bile onun için yaşıyor, onun için çalışıyoruz, o hayatı yaratıyoruz. Varlığımızın tek amacı bu, mutluluğumuzun da diyebiliriz."