i. taşra


eskiydi, takvim yapraklarını günaşırı yırtıp yakan eski

çocukların, delilere korkuyla baktığı

kuşların hayratlarla haşır neşir olduğu

toprağın mest eden kokusu kadar eski


bilinçaltı bir sokağa çıkma yasağı uygulanırdı

vardiya değişikliklerinde gökyüzü işçilerinin

şehirler merak edilir, bir ağacın gölgesinde şehirlere gidilir

kaçşehir görmüş mektup taşıyıcılarına imrenilen gözlerle bakılırdı


eskiydi, önce deliler terk etti çocukları,

dâhi kabul edildikleri o müphem yere

sonra yazlık sineması kapandı kasabanın,

hasat zamanı eli boş dönmeye başladı evlerine ırgatlar

toprak tam kırk parçaya bölündü, âdem ayaklarında

toprak, suya hasretinden ölmeyi istedi

yağmursuzluğa maktul oldu asırlık ağaçlar


sonra bir şey oldu.

bir patlama sesi, bir ağıt, bir kıyamet çağrısı yahut

kasabalı son kez doldurdu arasat istasyonunu

son kez öttü kalk düdüğü yaşlı tren için

yolculuğunun bilinciyle son defa baktılar artlarına yolcular

yaşanmışlıklarına, ilk aşklarına, günahlarına baktılar

yaşanmışlıklarına, ilk aşklarına.


ii. şehir


rabbim, taviz ışıkları söndü bak.

perdeleri terlemeye başlayacak birazdan evlerin

hırpalanacak diller, sesler boğuklaşacak

bak, duvarlara dönük yine utancım.

rabbim, dünya emrini bekliyor bekliyor infilak etmek için?


sokak köpekleri, tekinsiz adamları kovalıyor geceleri

torbacıları, kadın pazarlayanları, öz kızına dokunan aşağılık herifleri

‘ben ne yaptım?’ diye sormayan aşağılık herifleri

çıkıp sigarasını içen aşağılık herifleri.


tabanlarımı yakıyor yürümek zorunda kaldığım bu asfalt

şu deniz hoşnutsuz üzerindeki gemilerden,

krizantemler ve karanfiller büyümüyor suni sevgilerle


rabbim, okulyolu yaşında bir çocuğu vurdular dün,

sessizliğin şımartıyor şeyhleri ve şeriatları

ve gücüm yetmiyor dünyanın çivisini yerine çakmaya

iç çekişlerimi duy rabbim,

senden gelen her şeye amenna. ses ver, her nasıl olursa.

bir patlama sesi, bir ağıt, bir kıyamet çağrısı yahut…

rabbim, bu ellerim nereye gidiyor benden bağımsız?


iii. boşlukta bir yer


mor dağlarda yankılanan, ve çocuk seslenmeleriyle anlamını yitirmeyen bir adın vardı

ve mecnunların körpe kalpleriyle bakmaya korktuğu leyla gözlerin

gözlerin, fosilleşmiş duyguları arkeolojik bir bakışla gün yüzüne çıkarıyordu

köy kahvehanelerinde anlatılıyordu güzelliğin, meddahlar tarafından


sense, derme bir okul bahçesinde toplayıp tüm çocukları bir bir maviye boyuyordun

sığınmasız kuşları saklıyordun, yüreğini açıp yağmurlarda

dünyayla paylaşmak istiyordun, dalından kopardığın bir salkım üzümü

ne sen bilirdin, ne ben, ne onlar.

‘’sana kızıl bir gök getireceğim,’’ demiştin, giderken.

‘’bağbozumlarından kalma ellerine aşina.’’

bir daha dönmedin.


bir daha dönmedin, ve ben, inandığı tek âdem dünyaya düşmüş,

cennette bir elma ağacı kadar yalnız kaldım.


gözleri dalgın bir cırcırböceği oldum geceleri

faili meçhul cinayetlere susmuş bir sokak lambası sonra,

dönmedin, ve su verdiğim çiçekler sularımı reddetti

dönmedin, ve ben, bulutları evi belleyen

bir yelyutan kadar çaresiz kaldım anakarada


sonra bir an geldi, bir patlama sesi, bir ağıt, bir kıyamet çağrısı yahut

savaş kaybetmiş bir kavmin neferleri gibi dört bir yana dağıldı organlarım,

seni almak, seni sevmek, seni kurtarmak için cehennemden...