Televizyon programına ilk çıkışı olmamasına rağmen ellerindeki ve alnındaki ter onu rahatsız etmeye başlamıştı daha program başlamadan. Etrafta koşuşturan insanlar, sürekli bir bağrışma vardı. Hepsi Mevsim içindi. Çevresindeki bağrışmalar azalmaya başlayınca artık programın başlayacağını düşünerek suyundan bir yudum aldı. Ve ayağa kalktı. Stajyerlerden biri yanına usulca yaklaştı ve “Mevsim Hanım bir dakika içinde yayına gireceğiz.” dedi. Yüzüne ufak bir gülümseme kondurdu ve tamam mahiyetinde başını salladı. Sunucu tam vaktinde Mevsim'den bahsetmeye başlamıştı. “Kısa zaman önce Cannes Film Festivalinde hem senaristliğiyle hem de yönetmenliğiyle festivale damga vuran, ayrıca bizi de çok gururlandıran bir isimle, Mevsim Yolcuyla programımıza devam edeceğiz.” Mevsim, aklından sunucunun soracağı klasik sorulara nasıl cevap vereceğini düşünüyordu ve ilki gelmişti: “Filminizde her şeyin siyah beyaz olup, evlerin sarı renk olmasının nedeni nedir?” Mevsim son ana kadar bunu sinema tarihinden bahsedip, ilham aldığı filmlerden ve yönetmenlerden bahsederek, birkaç eski aşkından bahsederek kapatacağını düşünüyordu son ana kadar. Fakat hayatında ilk kez bu kadar mutluyken neden daha mutlu olmasındı daha gerçek bir cevapla: “Bunu anlatmanın birçok yolunu kullandım çoğu zaman hatta çoğu zaman lafı beni yalancı çıkarmaktan başka bir işe yaramayacak. Çünkü her zaman bu sırrı saklamanın bir yolunu buldum fakat bunu artık anlatmam lazım sanırım." Kısa bir süreliğine setteki çalışanlara baktı. Hepsinin gözleri büyümüş, ellerindeki işi bırakmak ve sadece bunu dinlemek istiyorlardı ama nafileydi. Ve Mevsim sarı evlerin sırrını açıklamaya başladı: “Bu evlerin sırrını açıklamadan önce bahsetmem gereken kendimle ilgili çok önemli bir bilgi var. Bazen insanlar geçmişten bahsederken ekonomik durumlarına dikkat çekmek için kimse de televizyon yokken biz de vardı derler veya herkes televizyon izlemeye bize gelirdi derlerdi. Ben de ise hiç kimsenin ulaşamayacağı bir şey vardı. Belki de şimdiki çocuklar bile ulaşamaz. Herkes hayalini kurabilir ama onu söylemem lazım. Fakat ben hayalleri yaşadım. Büyük olasılıkla hayalleri yaşmak beni bir senarist ve yönetmen yaptı. Lafı hem çok uzatmadan hem de sizleri de çok heyecanlandırmadan söyleyeyim o zaman. Küçükken uçan ayakkabılarım vardı.” Setteki herkes gülmeye başladı. Fakat Mevsim’in gözlerindeki ciddiyeti gördüklerinde birbirlerine bakışları usulca geri çekildi ve işlerini yapmaya devam ettiler. Sunucu ise elindeki kağıtları karıştırmaya başladı. Herkes içinden “Deli mi lan bu kadın!” diyordu. Sunucudan bir tepki alamayınca Mevsim anlatmaya devam etti. “Kimsede olmaması günümüzde bile beni çok özel hissettiriyor. Çocukluğumda her yerde kullanırdım bu uçan ayakkabıları komşuya giderken, mahalle bakkalına bile giderken herkes arkamdan bağırır ayaklarımdan tutmaya çalışırdı. Beraber giderdik bazen mahalledekilerle. Hatta bir keresinde, mahallenin en yakışıklı çocuğu uçan ayakkabılarımla beni görmüştü o bile neredeyse bisikletinden düşüyordu. Ona, herkese uzaktan bakmak insanların o küçücük halini görmem onlara korkmadan bakabildiğim, umursamazlığın ne demek olduğunu, fikirlerin önemli olduğunu ama aynı zamanda bir o kadar da değersiz olduğunu uçan ayakkabılarım sayesinde öğrendim.” Sonsuz bir sessizlik oluşmaya başlamıştı. Sunucu bu sessizliği bitirmek istedi. “Tabi bunlar birer imge değil mi?” Mevsim keskin ve tok bir sesle yanıt verdi. “Kesinlikle Hayır! Bunlar gerçekler.” Sunucu, set ekibine bakmaya başladı. Kameraman omuzlarını kaldırıp, ellerini açtı. Mevsim hepsini görüyordu ama sanki o yokmuş gibi davranıyorlardı. Bu Mevsimin yüzünde tebessüm oluşmasına neden olmuştu. Yayın canlı olduğu için devam etmek zorundalardı. Sunucunun telefonu masanın tam ortasındaydı. Sosyal medyadan gelen bildirimlerin titreşimini Mevsim büyük bir keyifle hissediyordu. Sessizliğin bitmesi, yayının sohbet havasına geçmesi için Mevsim’e kahve getirdiler. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra artık gerçek hikâyeyi anlatmasının zamanı geldiğini düşündü bu insanları delirtmeden.


“Tabi bu sekiz yaşındaki Mevsimin hikayesi. Buradaki sessizliğe bakılırsa sıkıcı olan yani elli yaşındaki Mevsim’in hikayesini duymak istiyorsunuz. Aynı zamanda sosyal medya bildirimlerinize bakarsak. Hadi bakalım! Küçükken annem işinden dolayı çok yolculuk yapardı. Her gittiği şehirden ben ve abime hediyeler getirirdi hiç boş dönmezdi. Hatta bir seferinde uçak sandviçlerini çok sevdiğim için koca bir yolculuk boyunca onu yememiş ve bana getirmişti. Her neyse. Adana’dan döneceği gündü herkes çok heyecanlıydı. Annemin dönüşleri genelde çok heyecanlı olurdu ailede. Anneannemde kalırdık o şehir dışındayken. Anneannem yemek yapar, yemeklerin kokusu tüm odalara yayılır, gelene kadar bahçede oyun oynardık. O günde aynısı olmuştu. Biz bahçede oyun oynarken annem elinde hediyelerimizle çıkagelmişti. Birbirimize sarılıp yemeğimizi yedikten sonra dünyanın en heyecanlı anı başlıyordu. Hediyeler çıkacaktı ortaya. Annem ilk olarak abimin hediyesini verdi. Ona uzaktan kumandalı bir araba almıştı. Sıra bana gelmişti. Yavaş yavaş çıkıyordu ortaya. Kutusunu açtı annem sonra kendisi ortaya çıktı. Dünyanın en güzel ayakkabıları. O kadar beyazdı ki bakmaya kıyamadım. Üstünde küçük küçük delikler vardı. Bağcıkları o kadar yumuşaktı ki tüm gece bağcıklarımı bağlayıp açtım. İkinci gün mahallede giymeye başlamam lazımdı. Giydiğim ilk gün mahallede düştüm. O kadar canım yanmıştı ki ağlaya ağlaya eve dönmüştüm. Ama yine dünyanın en güzel ayakkabısını giymekten vazgeçmedim. İkinci gün bakkala giderken giyindim. O kadar kötü düştüm ki mahalledekiler beni eve getirdi. Üçüncü gün annemle komşumuza gitmiştik. O gün düşmedim diye çok seviniyordum. Her sevincin bir sonu olduğunu öğrenmek hiç bu kadar kısa sürmemişti. Annem merdivenlerin sonunda ayakkabılarımı giymemi bekliyordu. Adımımı atar atmaz merdivenlerden yuvarlanmam bir oldu. Hemen hastaneye götürdüler ardından evimize geldik. Eve girer girmez ayakkabıyı suçladım ağlayarak. En son kapının önüne gelip ayakkabıyı dışarı fırlattım. Annem ayakkabıyı geri alıp geldi. Herkes evin önündeydi; ben, abim, anneannem. Annem bu ayakkabıların aslında uçan ayakkabılar olduğunu, daha kullanmayı bilmediğimi, zamanla kullanmayı öğrenince düşmeyeceğimden bahsetti. Herkes sarı evlerin bunla ne alakası olduğunu merak ediyor eminim. O sarı ev bizim evimiz. Sekiz yaşımda bana uçan ayakkabıların hayalini veren ve elli yaşımda o uçan ayakkabıları bana unutturmayan ev. Hayalleri olan evleri olmalı herkesin. Sarı evlerde bu yüzden.” Setteki herkesin yüzünde kocaman gülücükler vardı. Mevsim sunucuya dönüp “Umarım sizi birazda olsa sosyal medya bildirimlerinden kurtarmışımdır.” Sunucu ses tellerine yansıyan mutluluğuyla cevap verdi: “İki hikâyede birbirinden güzeldi. Ben ve set ekibim size teşekkür ederiz geldiğiniz için. Nice filmlere ve hayallere diyelim mi?”


Mevsim yüzündeki tebessümle cevap verdi: “Nice filmlere ve hayallere.”