o gün geldi. cin-peri sofrasından kalktım. annemin uç uç eteğini giydim bu sefer; on iki, on bir, on yaşımdayken yüreğimde kaba tabiriyle oturan, kaba ismiyle sallanan bir salıncak duruyordu önümde. ben önceleri hiç bu kadar utanmazdım kendimden. ramazan oturttu beni salıncağa, salladı da salladı. mavi gözleri, sarı tüyleri vardı. ağzı küçücüktü, gırtlağından konuşuyordu, konuşmuyordu. ben dur aman dedim, kısıktı sesim, kendimi kandırıyordum; durmasın istiyordum. merdivenleri giyinmiş, mermer merdivenleri giyinik bir evin bahçesiydi burası; halam un elerdi, halam elma ezerdi, halam hortum tutardı ayaklarıma. ramazan'a gönlüm el vermezken daha, halam buranın mermer merdivenlerini giydirdi. 


-eniştem senin abin olur değmi ramazan. eniştem uçtu değmi ramazan?


-öyledir.


öyledir. ramazan'ın aklı ermiyordu sorularıma. benden üç büyük oğlandı ama aklı ermiyordu bana. benim gönlüm de ermezdi ona, bir şeylere ermeyi ancak ramazan ölünce becerdim. annemin eteğini giymedim bir daha; hâlâ sol elinin sallandığı ağaca bağladım. dalsız ağaçtı kendisi, annem böylesine kimsesiz bir mahluka astırdı kendini, o da benden bir büyüktü. dert etmedim. şuramda bir fazlam, orasında iki eksiğim vardı hiç dert etmezdim. eksikliğim annemdendi, tamlığım ramazan. 


halama ramazan'ı sordum. yüksek bir yerden, baban gibi, amcan gibi, deden gibi atmış kendini dedi. omuz silktim, halam buralara alışmıştı, alışmamak için serdiği halılar soğuktu şimdi. omuz silktim, buralara alışmıştım. ramazan benden üç büyük değil, altı eksikti bu sefer. onun da benden eksikliği, eniştemden tamlığı vardı. annemin sol eli kucağımda, yüreğimdeki kaba salıncağa oturdum. sallanmadım. artık bir eksiğim daha vardı, uçtu uçtu gitti.