Sarı, yeşil, turuncu yapraklar rüzgârın peşine takılmış salınıyorlar ağaçlardan aşağıya. Ne yağmura ne kara benzeyen bir yaprak yağışı sarmış sokağı. Sisli ve yapışkan hava görüş mesafesini azalttığından bazı noktalarda ağaçlardan bağımsız sadece yapraklar kalıyor havada. 

Yine farklı bir sonbahar tablosu hazırlamış bu sabah da doğa. 

Güneş yapışkan sisi söküp atmak için olanca gücü ile çabalıyor. 

Ve kısa süre içinde de çabasına sonuç alıyor. Gittikçe açılan hava kasım ayına inat mavi bir bahar göğü sunuyor insanlara. 

Birkaç miskin kedi güneşte gözlerini kısarak süzüyor etrafı. Emekli amcalar çoktan havayı fark edip atmışlar kendilerini banklara. Etraflarından neredeyse koşar adım geçip gidiyor geri kalan herkes. Kimisi belki kısa bir an da olsa fark ediyor havadaki güzelliği, kimisinin gözü saatinden ve yetişmesi gereken yere attığı adımlarından başkasını görmüyor. 


Bu koşturmacanın ortasında durup ufacık güzellikleri fark edemeyecek kadar meşgulüz çoğunluğumuz. 

Hep bir A noktasından B noktasına koşuyoruz, üstelik yarışıyoruz, nefeslerimiz tükenircesine. Sonra bir gün gerçekten bir isyan kopuyor bedenimizden. Onu duymadığımız, yok saydığımız, kendimizden geçercesine çalıştığımız ya da başkalarına adadığımız tüm zamanların intikamını alırcasına bir isyan. Başka türlü anlamayacağımız, önemli dediklerimizin gerçekten önem derecesine karar verme kriterlerimizin doğruluğunu sorgulamayacağımız belli olduğunda iş bedene düşer. Çünkü beden ruhun yükünü taşır. Zihinlerde ve yüreklerde biriken her ağırlık bedeni zorlar. Ruh yoruldukça beden iki kat yorulur. Ağrılarla, sızılarla anlatmaya çalışır bize derdini de her şeyi kabul eden, her şeye kısa zamanda alışan biz insanoğlu ağrıyı bile kabul eder, onu da sıradanlaştırırız. Her gün duyarız belki ama önemsemeyiz. Niçin? Çünkü önemli dediğimiz bambaşka meşguliyetlerle çevriliyiz. Bize iyi gelen, ruhumuzu dinlendiren meşguliyetler de değil üstelik bunlar. 

Ne dışımızdaki doğayı ne de içimizdeki sesleri dinlemeden, hiçbirinden öğrenmeden, başımıza buyruk, ölçüsüz bir özgüven ve inatla geçiriyoruz günlerimizi. 


Bir takım isyanlara maruz kaldığımızda bir parça durulsak da uzun sürmeden unutup ya da bilerek yok sayıp tekrar aynı moda dönüyoruz. 

Yaşamayı unutarak yaşıyoruz. Kronometre geri saysa da biz sanki sonsuz bir zamanımız varmışçasına rahatız. 

Kendimizi de unutuyoruz. Bizim dışımızda her bir şeyin kıymetini onayıp aslolanı kıymetsizleştiriyoruz. 


Düşüncelerimi doğrularcasına dudağımın neredeyse yarısını saran uçuğun sızısını duyuyorum. O kadarcık yara bile neler saklıyor aslında derininde. Hangi yok saymaların sonucu çıkıp geldi isyana.