Bu yazı önce kendini, daha sonra hayatını kaybetmek üzereyken kendi mucizesini gerçekleştirmeyi başarmış genç bir kadının öyküsüdür.


İnsan, benliğini yitirdiği vakit yalnızlıktan korkar. Çünkü kaybolan benlik için yalnızlık, karanlığın gelişinin habercisidir. Kahramanımız 'karanlık' olarak adlandırdığı ruhani acısını, tuttuğu beş farklı defterde sayısız benzetmelerle tanımlamıştır. Ancak yazdığı hiçbir yazı neler hissettiğinin anlaşılmasında yeterli olmamıştır. Bu yaşandıkça hafifleyeceği ümit edilen fakat hiçbir zaman sonu gelmeyen bir karanlık. Öyle bir karanlık ki kalbe zehir gibi işleyen ve girdiği bedeni bir türlü terk etmeyen. Kahramanımız kalbine işleyen bu karanlıkla dört sene mücadele etmiş; bu süreçte bir ara kendinden vazgeçmeyi bile düşünmüş. Uçurumun kenarında geçirilen dört koca sene... Ölümle hayat arasındaki çizgi olan o uçurumun kenarında, aşağıda duran karanlık denize bakarak geçen dört acımasız sene... Hikayemize umudun dahil oluşu, ne kahramanımızın yaşadığı bir olayla ne de hayatına giren bir insanla alakalıdır. Zaten bu yollarla gelecek umut çok uzun sürmeden terk eder kişinin kalbini. Gerçek şudur ki bir insanın aydınlığa kavuşması ancak kendini bulup kendi elini tutmasıyla gerçekleşebilir. Kahramanımız işte tam olarak böyle kurtulmuştur. Sabırla dinlemiş kendini ve tüm o bitmek bilmeyen endişelerini. Kendi elini tutarsa her zorluğu atlatabileceğini öğrenmiş. Uçurum Çiçeği böyle doğmuş işte. O, uçurumun kenarında yaşayan ama kökleriyle toprağa sımsıkı tutunan bir umut çiçeği imiş. Başı artık her daim gökyüzüne dönük, hiçbir rüzgarın yıkamayacağı kadar güçlü. O çiçek hikayesiyle bana her daim umut oldu. Size de umut olması dileğiyle...


*U.Ç