Büromda oturup sigara üstüne sigara, şarap zıkkımlanıyordum. Pencereden dışarı bakmak bile içimden gelmiyordu. Öğlendi ama kara bulutlar güneşi haraca kesmiş cirit atıyorlardı. Yağmur yağacak gibiydi. Şarabımı doldurdum. Dolu kadehi boş mideye yolladım. Geğirdim.

Kafam çatlıyordu. Haftalardır uyumamıştım. Hayali arkadaşım çekyata gömülmüş rubik küple uğraşıyordu. Kel kafalıydı, şişman ve bir o kadar da çirkindi. Tanrı bile özense bu kadar çirkin birisini yaratamazdı. Dişleri yamuk, çarpıktı. Bıyıkları ince dudağının üstünde fırça gibi duruyordu. Gülümsediğinde suratındaki deri eriyormuşçasına izlenim bırakıyordu adamda. Kulakları anten gibi, orantısız ve kocamandı. Hepsi benim aklımın ürünüydü. Deli doktoruma çizimini gösterdiğimde kaşlarının kalktığı anı hatırlıyorum. Dudakları büzülmüştü. Bir yerde okumuştum, büzük dudaklar, iğrenme anlamına geliyordu.

“Tüm gün götünü çekyata mı siktireceksin?”

“Aklıma daha iyi fikir gelmiyor. Götüm sıcak olduğu sürece bu tecavüzden rahatsız değilim.” Zeki piçti. Aklımdan ne geçiyordu. Olabildiğinde çirkin birisini yaratarak ne haltlar çeviriyordum. Hazır cevap puşt.

“E, ne diyorsun köpek hakkında,” dedim hayali arkadaşıma. İsmi söyleyemiyorum bile. İnkâr bitip kabullenme yaşandığında arkadaşım olmuştu, tuhaf ismini kabul etmiştim. Yeter ki beni rahat bıraksın.

“Sonunda yola geldin he,” diye cevap verdi puşt. İğrenç sulu gözleri bana bakıyordu. Kapkara, karadelik gibi gözbebeklerine sahipti, kalın telli kaşları gözünden olabildiğinde uzaklaşmak için anlının ortasına kadar yol almış gibiydi. Suratında kibir vardı.

Yenilmekten nefret ederdim. Bu hafta at yarışlarına bahis basmamıştım. Cebimi boşaltıyorlardı ve bende bırakmaya karar kıldım. Ancak yenilmekten nefret ederim. Tekrardan ancak, buraya kadardı. Kafam haftalarca durmuş siktiğimin köpek davası hakkında bir yere varamamıştım. Tüm parçalar aklımdan uzaklara göç etmek ister gibiydi. Ellerim boştu. İstemiyor olsam da puştun zekasından faydalanmam gerekiyordu bu noktada. Fatura denen bir gerçek vardı.

“Evet evet, sen kazandın. Dökül hadi. Kafam çatlamak üzere ve ceplerim boşalıyor.” Kendime şarap koymaya masama davrandım. Şişe bitmişti. Sigaramı söndürdüm. Tekrardan bir tane yaktım ve masama yaslandım. “Yalvarmamı istiyorsan çok beklersin puşt.”

Çekyattan doğrulup götü üzerine oturdu. Bazen ona bakarken midem bulanıyor. Nedeni çok çirkin bir şey olmasından değil, hayır, sadece o karşımda dururken perspektifi bilgisayardan oynanıyor gibi dalgalanıyordu. İğrenç bişeydi bu his.

“Direkt konuya giricem. Kadın pahalı ama çok değerli köpeğini bulmak için dedektif bürona geldi. Biraz zırladı bir seninle flört etti.” Birden dudaklarında sigara belirdi. Her boku biliyorum bakışı beni deli etmeye yetmişti ama çenemi kapalı tuttum. Şu anlık tüm boktan bilgi işime gelirdi. “Parası ve kadının götü iyi olmasa siklemeyeceğin davaya atladın senden. Birkaç broşür ve ev ziyaretinde bahçeye zorla girildiğine dair birkaç kanıt. Sonra tık çıkmadı. Kadının fabrika sahibi olan kocasıyla tanıştın. Köpek için zere üzülme belirtisi olmadığını fark ettin. Ama pek silkemedin çünkü ayık kafayla dolaşmak senin için eziyet. Kendine bu davada sürekli söylediğin şey bu, ama ikimizde yalan olduğunu biliyoruz. Senin sefil ruhunu daraltan bir şey var bu davada. İtiraf etmesen de biliyorum. Unuttun mu? Ben senim. Ne haltsa. Gözlerini bilerek köreltin. Cevap önündeydi. Kocası denen hergele. Sana kahve getirirken ki özgüvenini hatırla. Üstüne bol gelen takım elbisesini ağlayan karısının yanında nasılda gururla taşıdığını düşün. İkimiz de biliyoruz bu ezik hergeleyi. Kadınlar konusunda işleri pek rast gitmez. Paraları olduğu sürece yatağını ısıtan birisini bulurlar. Şansa bak ki bizim kadın kocasından pek tatmin olmuş değildi dimi? Neden o yağmurlu gece kadını takip ettin çünkü cevabı biliyordun. Kadın aldatıyordu. Sonrasında pek siklemeyip kendini ofise sıkıştırıp mucizevi bir şeyler olmasını bekledin. Cevap elinin altında olmasına rağmen. Hatırlarsan bahçede ayak izleri bulmuştun. Kocasın ait değildi. Kontrol etmiştin. O kadar da aptal değildin. Eski incir ağacının altın devam edip caddeye doğru gidiyordu. Ancak atladığın, görüp üstüne düşünmediğin şey belli bir yerden sonra hafif bir tümsek vardı toprakta. Yama gibi, düzeltilmiş ama orada farkını fısıldayan bir tümsek. Cevap basitti. Kocasının yatağını ısıtmayan sadık olmayan kadın. Onun en sevdiği köpeği kaybolur, mutluluğu. Bizim adam hala sikinin bir işe yarayabileceğini görmek için köpeği gebertir. Sonra gömer. Karısını tanıdığından ve işin ucunu bırakmayacağını bildiğinden dolayı izlerini siler. Ancak aptal değildir. Sahte izler bırakmak için o ayakkabı izlerini kullanır. Eve girip çıkan biri. Kendi siki ile dertleri olan erkekleri ikimizde biliriz dimi?”

Ondan nefret ediyordum. Aklımın fark etmediği sikik şeyleri benden daha çok hâkim olması sinirimi azdırıyordu. Diğer yandan yanımda olmasından dolayı gösteremediğim bir nimet doygusu vardı. Soruşturmayı çözmüştü. Her seferinde olduğu gibi tıkandığımda aklımda gezinen karınca gibi fark etmediğim şeylerle karşıma çıkıyordu. Ancak son söylediği kelimelere karşı içimde alevlen kızgınlığım yumruğumu sıkmama neden olmuştu.

“Teşekkür ederim,” dedim puşta. Bir şey değil tarzında kafasını sallayıp çekyata uzandı. Rubi küpünü bitirmişti. Her köşe aynı renkteydi.

Masama gittim. Elimde sadece izmariti kalan sigarayı küle attım. Canım şarap çekiyordu. Çekmeceyi açıp karıştırdım. Aradığımı bulmuştum. Pek bir şey yoktu ama ucuz bir şarap alabilirdim. Ayağa kalkıp büroyu derk ettim.

Sokak tıklım tıklımdı. Rüzgârda sigaramı yakmak baya zamanımı aldı. Çıkmaya başlayan sakallarım çenemi kaşındırıyordu. Bende kaşıdım. Tekele doğru yollanırken gözlerim karıncalanıp dolmaya direniyordu. Ondan güçlüydüm. Kendimi olağanca zorlayıp sokak önünde bebek gibi görünemeye çalıştım. Bu dava sinirlerimi germişti. Karım beni terk edeli kaç seneler devrildi ancak hatırası hala oradaydı. Puştun dediği gibi, sikiyle derdi olan erkek o ben miydim.

Eğer özel dedektifseniz hiç görmediğiniz kadar aldatma ve yalan görürdünüz. Ve ben bunda iyiyim. Aklım karınca yuvaları gibi birbirlerine bağlanıp örüntüler oluşturmakta üstüne yoktur. Hayali arkadaşımı ne de olsa ben kendim yarattım. Bilerek olduğum şizofren. Yalnızlığımdan kurtaracak küçük bir ödül. Ve işte şüphe hep aklımdaydı. Karımın her hareketi son zamanlarda şüpheye devrilmişti. Kafamdan atamıyordum düşünceleri.

Ben asla köpek öldürmedim. Ancak ben asla kendime de katlanamadım.

Tekele girdim. İçerisi sigara ve viski kokuyordu. Şişko kasiyer siyaha poşete istediğim şarabı koyup para üstünü verdi. Eve doğru yollanmaya başladım.

Gözlerim hala bana direniyordu.

Birden yanımda berildi puşt.

“Bana puşt demeyi ne zaman keseceksin dostum,” dedi puşt.

“Bu kadar uzun ismin varken asla.”

“Peki, o zaman bana sadece K. diyebilirsin.”

Cadde de durdum. “Nereden çıktı bu sikik merhametli tavrın.” İnsanların boşlukla konuştuğumu fark edip bakmaları umurumda değildi. Omuzlardan dönen kafalar, keskin garipseyen bakışlarda merak ve gülünçlüğe karşın nefret.

“Sadece yanındayım demek istedim.” Şişkoydu. Dalgalanan vücudu fiziğe meydan okuyordu.

“Seni ben yarattım tamam mı? Bana patronluk taslayacak son şeysin. Sen yoksun bile. Sen benim ürünümsün tamam mı bok kafa. Senin sempatine ihtiyacım yok duydun mu?”

Onu orada bırakıp adımlarımı hızlandırdım. Yürüdüm bir köşe vardı insanları iteleyip köşeyi atladım.

Sonra durdum. Siktir. K. severdim. Kimi kandırıyorum. İçimde biriken utanç ve kendime olan tiksinçlik öksürük gibi çıkmak istiyordu benden.

Arkamı döndüm. Yüzü ban bakıyordu. Çirkin suratındaki her karışı biliyordum.

“Özür dilerim,” dedim ve ciğerlerimi boşaltacak bir sarılmayla beni sarmaladı.

O cadde havaya sarılan beni gören insanlar ne düşünmüştür acaba.

Sikimde değildi. Davayı çözmüştük. Biz.